NİLGÜN TUNÇCAN ONGAN: SENDİKAL HAKLARDA DİBİ GÖRMEK (2): 29 ARALIK İŞ BIRAKMA EYLEMİ (27. 03. 2017)

197

Geçen hafta bu köşede Tüm Taşıma İşçileri Sendikasının (TüMTİS) üye ve yöneticilerine verilen hapis cezalarından söz etmiş ve sendikanın örgütlenme faaliyetinin “suç örgütü kurma” kapsamında değerlendirilmesini, sendikal haklarda dibi görmek olarak nitelemiştik.
Ancak sendikal faaliyeti “örgütlü suç” kapsamına sokmaya çalışan bu tür kararlar ne TüMTİS ne de onun üyeleriyle sınırlı. Benzer şekilde, Eğitim Sen’e bağlı kamu emekçilerinin, sendika kararı doğrultusunda 29 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirdikleri 1 günlük iş bırakma eylemi de “sendikal faaliyet kapsamı dışında” değerlendirilmeye çalışılıyor. Üzerinden 1 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen söz konusu eylemin hâlâ gündemde olmasının nedeni ise OHAL kadar İzmir 5. Sulh Ceza Mahkemesinin geçtiğimiz ay verdiği bu nitelikteki karar.

Bu çerçevede Eğitim Sen İzmir 6 No’lu şubeye üye 47 öğretmen hakkında 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmış durumda. İlk duruşma 11 Nisan 2017 tarihinde.
Kamu emekçilerinin grevi de içeren toplu eylem hakkı, uluslararası mevzuat ve AİHM kararları bir yana, idari yargı ve Danıştay kararlarıyla da onlarca kez güvence altına alınmış olan bir hak. Bu bağlamda sendikal faaliyet kapsamında işe gelmeyen sendika üyeleri hakkında disiplin cezası verilmemesi gerektiğini belirten bir Başbakanlık Genelgesi (1999) ve Milli Eğitim Bakanlığı yazısı da var (2012).
Dahası bu konuda emekçiler lehine verilmiş 2014 tarihli bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı da bulunuyor (Başvuru No: 201378463). Yani kamu görevlilerinin toplu eylem hakkını ihlal etmek; doğrudan Anayasayı ihlal etmek anlamını taşıyor.

Bu kararlar doğrultusunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, sendikal faaliyet kapsamında göreve gelmemenin “mazeretsiz 1 veya 2 gün göreve gelmemek” olarak değerlendirilemeyeceğine ve sendikal faaliyetin, 1 gün göreve gelmeme fiilinin mazereti sayılması gerektiğine hükmetmiş durumda.
Anayasa Mahkemesi ise Eğitim Sen üyesi bir kamu emekçisinin, sendika kararı doğrultusunda 2 gün işe gelmemesi sonucu aldığı disiplin cezasını iptal ederken; bunun demokratik toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmış, ayrıca verilen ceza hafif bile olsa sendika üyelerini meşru grev ve toplu eylem hakkından vazgeçirecek bir niteliğe sahip olduğuna vurgu yapmıştır (62 ve 63. paragraf).
Ancak Milli Eğitim Bakanlığı, OHAL, sonrasında 2012 tarihli kendi yazısı da dahil olmak üzere bu güvencelerin tümünü yok sayarak okullardan 29 Aralık grevine katılanların listelerini istemiştir. Bu çerçevede Eğitim Sen üyesi binlerce öğretmen kınamadan aylıktan kesmeye, kademe durdurmadan açığa alınmaya hatta ihraca kadar pek çok cezaya çarptırılmış ancak saydığımız hukuksal güvenceler doğrultusunda bu cezaların çok önemli bir bölümü, OHAL koşullarında bile, idare mahkemeleri tarafından bozulmuştur.
Ancak cezaların iptali hukukun tesisinden ziyade kamu emekçilerine yöneltilen “suç”un niteliğinin değişmesine yol açmıştır. Başbakanlık ve MEB’in “Terör örgütü Genelgeleri” doğrultusunda kamu çalışanlarının sendika kararıyla gerçekleştirdiği iş bırakma eylemi sendikal faaliyet kapsamından çıkartılmış ve mahiyeti de “Sendikal amaçlı olmayan siyasal içerikli eylem” olarak yeniden tanımlanmıştır.
Kaldı ki; AYM ilgili kararında örgütlenme özgürlüğünün bireylere “topluluk halinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkanı sağlayacağını” belirtirken, sendika hakkını da “örgütlenme özgürlüğünden bağımsız bir hak değil, bu özgürlüğün bir şekli veya özel bir yönü” olarak tanımlamaktadır (32. paragraf).
Sürmekte olan soruşturmalarda kamu çalışanlarından ikinci defa ifadeleri istenmiş ve maarif müfettişleri söz konusu eylemin “sendikal faaliyet kapsamında olmadığı” kanaatiyle öğretmenler hakkında ihbarlarda bulunmuştur. Ancak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı eylemi sendikal faaliyet kapsamında değerlendirerek “kovuşturmaya yer yoktur” kararı vermiştir.
Bunun üzerine müfettişler hakkında “görevi kötüye kullanma” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunan öğretmenler, ihbarcı müfettişlerin “FETö/ PDY örgüt üyeliği” gerekçesiyle gözaltına alınmış olmalarına dikkat çekerek, bu durumun sendikal faaliyet aleyhine yürütülen soruşturmaları eşitlik, dürüstlük, nesnellik ve tarafsızlık bakımından şüpheli hale getirdiğini belirtmişlerdir.

Hukuku açıkça zorlayan bu sürecin en trajik çabasını ise Van Yüzüncü Yıl üniversitesi Rektörlüğü sergilemiştir. 29 Aralık grevine katılan 3 akademisyenin bu konudaki soruşturmaları tamamlanıp sonucu ‘sözlü uyarı’ cezası şeklinde kendilerine tebliğ edilmiş olduğu halde (ki; akademisyenlerden ikisinin cezaya karşı açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir) aynı grev soruşturması 26. 12. 2016 tarihinde yeniden açılmış, akademisyenlerden 7 gün içinde savunma vermeleri istenmiş, ifade sürecinin tamamlanmasından 3 ay sonra ise akademisyenlere “soruşturmanın selameti” açısından açığa alındıkları bildirilmiştir.
Tüm bu süreç ışığında, daha önce de vurguladığımız gibi, tasfiye edilenler (edilmeye çalışılanlar) kadar korunanların niteliğinin de ortaya çıkartılması ve en önemlisi de kamuda idareciler tarafından yürütülen bu tasfiyelerin kimleri korumak için kalkan edildiğinin bir an önce açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

27. 03. 2017 – EVRENSEL