ERKAN AYDOĞANOĞLU: İSTİKRARSIZLIĞIN İSTİKRARI (02. 03. 2017)

213

Toplumsal yaşamda istikrar denildiğinde, zamanında bir kez kurulmuş, hiç değişmeden süren ve hep aynı durum üzerinden devam eden durağan bir durumdan bahsedilmez. Kimi durumlarda istikrar kavramının anlamı, hangi tarafta yer aldığınıza bağlı olarak değişir. Türkiye’de olduğu gibi küçük bir azınlık için istikrarın sağlanması, büyük çoğunluk için istikrarsızlığın artması ya da derinleşmesi anlamına gelebilir.

Son aylarda neredeyse bütün ekonomik göstergeler ciddi anlamda bozulmuş olmasına rağmen, geçmişte iktidar partisinin sandıktan istediği sonucu almasında en belirleyici etken olan ‘istikrar’ vurgusu, yine ‘temcit pilavı’ gibi ikide bir öne sürülmeye başlandı. Başbakanın referandum kampanyasını başlatırken söylediği ‘Sürekli istikrar için evet’ söylemi, öyle anlaşılıyor ki, 16 Nisan’a kadar en çok duyacağımız sloganlardan birisi olacak.

Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan OHAL kararı ve ülkeyi KHK’ler ile yönetme anlayışı ile hayata geçirilen ‘olağanüstü rejim’ uygulamalarının ekonomik ve toplumsal yaşamda yarattığı olumsuzlukların giderek ağırlaştığı koşullarda referanduma gidiyor. İktidarın kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik baskı, tehdit ve sindirme uygulamalarını kalıcı hale getirmek anlamına gelen ‘başkanlık’ saplantısı, istikrarsızlığın başlıca nedeni olmasına rağmen ısrarla tekrar edilmesi dikkat çekici.

İç ve dış politikada attıkları yanlış ve tehlikeli adımlarla ülkedeki ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın en önemli nedeni haline gelenlerin, hemen her şey göz önünde yaşanmasına rağmen, kendilerini hâlâ ‘istikrarın sembolü’ olarak görmesi ya da göstermek istemesi ‘Kargaya yavrusu şahin görünür’ sözünü akla getiriyor.

Bugüne kadar hemen her seçimde sandıktan istedikleri sonucun çıkmasını sağlayan ‘istikrar’ söylemi, ülkenin hangi koşullar altında referanduma gittiği dikkate alındığında, farklı sonuçlara yol açabilir. Şöyle ki, 1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde gereğinden fazla istikrar vurgusu yapılıp, sandıktan istenen sonuç çıkmasına rağmen, aradan geçen sürede ülke tarihinin en korkunç, en istikrarsız döneminin yaşanmış olması, benzer bir sonucun ortaya çıkması ihtimalini ciddi anlamda azaltıyor.

OHAL ve sonrasında çıkarılan KHK’ler ile yaşanan ihraçlar sorununun sürmesi, darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan ekonomik, siyasi ve idari kararlar ile ülkenin yönetilmeye başlanması, 16 Nisan’da sandıktan ‘evet’ çıkması durumunda, ülkenin sürekli OHAL koşullarında ve cumhurbaşkanının çıkaracağı KHK’ler ile yönetilmesini gündeme getirecek. Başka bir ifade ile 15 Temmuz sonrasında ülke nasıl yönetiliyorsa, öyle yönetilmeye devam edilecek.
Yıllardır “istikrar” gibi yansıtılanların Türkiye’ye verdiği en önemli ders, AKP tipi baskı, tehdit ve zor gücünü kullanarak yönetmeye dayanan, faşist rejimleri bile gölgede bırakan bir iktidarın bu saatten sonra ülkenin en temel sorunlarını çözme konusunda en küçük bir ihtimal bile kalmadı. Bu açıdan baktığımızda, ülke sorunlarının çözümünün ve istikrarın değil, çözümsüzlüğün ve istikrarsızlığın yaratıcısı olanlar, ülkeyi ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürüklemekten başka hiçbir işe yaramıyorlar.

Türkiye’de ‘istikrar’ın ne anlama geldiğini insanlar çeşitli nedenlerle işsiz kaldıkça, sofradaki ekmekleri küçüldükçe, OHAL KHK’leri ile işten atıldıkça, sadece hükümeti eleştirdiği için saldırıya uğradıklarında, yaşadıklarına herhangi bir şekilde itiraz ettiklerinde iktidarın hedefi oldukça, öğrendiler.

Toplumun farklı kesimlerinin, içinde bulundukları koşullara bağlı olarak istikrar adı altında yıllardır yaşananlardan etkilenme dereceleri elbette farklı boyutlarda oluyor. Ancak bugüne kadar sihirli bir kavram olarak kullanılan ve özellikle iktidar cephesi için ‘can simidi’ işlevi gören ‘istikrar’ söyleminin, artık sadece ‘istikrarsızlığın istikrarı’ anlamına geldiğini görmek ve göstermek gerekiyor.
02. 03. 2017 – EVRENSEL