MEHMET HASAN ATALAY: FABRİKALARDA, TARLALARDA AYNI SAVAŞTA ÖLÜYORUZ (28. 12. 2016)

203

Fabrikalarda ve tarlalarda Türkiyeli işçilerin yanı sıra ezici çoğunluğu Suriyeli olmak üzere Afgan, Gürcü, Ukraynalı, İranlı, özbek, Azeri, Bulgar, çinli, Rus ve Türkmen işçi kardeşlerimiz de iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyor. Yani sermayenin daha fazla kazanması için bizler omuz omuza çalışırken milliyetlerimize bakılmaksızın birer birer öldük. İşte bu yüzden ortak mücadele etmeliyiz.
2013 yılında 22 göçmen işçi, 2014 yılında 53 göçmen işçi, 2015 yılında 67 göçmen işçi ve 2016 yılında 96 göçmen işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. İstanbul’dan Adana’ya, Elazığ’dan Konya’ya, Şanlıurfa’dan Antalya’ya göçmen işçi ölümlerine rastlayabiliriz. Yani göçmenler sadece Ege Denizi’nde yaşamlarını yitirmiyor, yaşamak için üç kuruşa çalıştıkları işyerlerinde de can veriyor.
Göçmen işçiler emek yoğun sektörlerde çalışırken yaşamlarını yitiriyor. İnşaat, tarım, taşımacılık, metal, gemi, belediye vb. İnşaatta 25 TL, tarlada 10 TL paraya sabahtan akşama çalışmak ve çalıştıkları yerlerde barınmak, yetersiz beslenme gibi koşullarda yaşıyorlar. çoğunlukla inşaatlarda yüksekten düşmeler, uygun olmayan taşıma araçlarında yollara savrulmalar, aşırı-yoğun-fazla çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle kalp krizleri gibi nedenlerle ölüyorlar. Diğer yandan işyerlerinde kayıtsız çalışan göçmen işçiler iş cinayetleri sonrası ya yakınını görmeye geldi ve tesadüfen düştü deniyor ya da cenazeleri sokağa bırakılıyor…
Dünyadan bir göçmen işçi örgütlenmesi örneği: G. Kore’de 1980 sonrası neoliberal politikalar doğrultusunda ihracata yönelik sanayileşme hayata geçirildi. Aynı dönemde G. Kore işçi sınıfının mücadelesi sonucu da önemli haklar elde edildi. Bu noktada ücretlerin düşürülmesi amacıyla da göçmen işçilere ülke kapıları açıldı.
Göçmen işçiler kayıt dışı olarak ve 3D diye adlandırılan kirli, tehlikeli ve zor (Dirty, Dangerous and Difficult) işlerde çalıştırılmışlardır. Yine yıllarca süren stajyer sistemi adı verilen; İş Kanunu’ndan yararlandırılmadıkları, sendika-grev-toplu sözleşme haklarının olmadığı ve yerli kayıt dışı işçilerin 1/3’ü oranında ücret aldıkları bir kölelik sistemi yüz binlerce göçmen işçinin yaşam koşullarını oluşturmuştur. İşte “Güney Kore mucizesi” adı verilen söylemin arka planında bu sömürü koşulları yatmaktadır.
Göçmen işçiler üzerindeki baskıyı artıran istihdam yasası üzerine 2003 ve 2004 yıllarında aralıksız 381 gün süren oturma eylemi sonrası fiilen Güney Kore Göçmen İşçiler Sendikası (MTU) kurulmuştur. MTU’nun amacı eşit koşullarda çalışma ve toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkıdır. Ancak MTU’nun kuruluşu için 2005 yılında başvuru yapılmış, yıllarca süren eylemler, tutuklamalar, sınır dışı etmeler ve hukuki süreç sonunda Ağustos 2015’te yılında yasal olarak tanınmıştır. MTU, militan bir işçi sendikası olan Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU)’ya üye olmuştur. Orta Asyalılar dışında Doğu Avrupa ve Afrika’dan gelen işçiler de yasal statüsüne bakılmaksızın üyedir.
Tabi bu noktada konfederasyon olarak KCTU’nun da göçmen işçilere bakışına değinmek gerekir. KCTU hükümetin 1990’lı yılların başında Orta Asya’dan ilk işçi talebine karşı Koreli işçilerin iş güvencesini ve ücretlerini tehdit edeceği gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Ancak göçmen işçilerin mücadeleye katılması ile birlikte KCTU’da güvencesiz işçilerin mücadelesini eksenine almasına paralel olarak göçmen işçi haklarını savunmaya başlamıştır ve bünyesinde bir Göçmen İşçiler Merkezi oluşturmuştur.
Bugün yeterli nicel düzeyde olmasa bile (Ağustos 2015’te 1100 üyesi vardı) MTU’nun varlığı, yine KCTU içinde Kore işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alması örnek alınması gereken deneyim olarak tarih sahnesindedir.
Bizler de bu noktadan hareketle yalnız Türkler ve Kürtleri değil bu topraklarda çalışan Arap, Fars, Afgan, Gürcü, Ukraynalı, İranlı, özbek, Azeri, Bulgar, çinli, Rus ve Türkmen işçileri Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak görmeliyiz. Fabrikalarda, tarlalarda iş cinayetlerinde birlikte ölüyorsak birlikte mücadele etmeliyiz…
28. 12. 2016 – öZGüRLüKçü DEMOKRASİ