ERGİN YILDIZOĞLU: KURTLAR SOIFRASINDA AKP TÜRKİYESİ’ (26. 12. 2016)

195

Cumhurbaşkanı, “Zalim Esed’in
hükümdarlığına son vermek
için oraya girdik, başka bir
şey için değil” diyordu. Bir ay sonra, başkentinde bir İslamcı terörist tarafından katledilen Rus Büyükelçisi’nin kanı kurumadan, AKP
Türkiyesi Rusya,
İran
ile birlikte imza koyduğu 8 maddelik anlaşmanın birinci maddesinde, Suriye’nin
“çokkültürlü, çok etnik gruplu
demokratik ve laik bir devlet olarak egemenliğine,
bağımsızlığına, topraklarının
bütünlüğüne. . . eksiksiz biçimde saygı
göstereceğini”
açıkladı.

Ben böyle bir “U” dönüşü görmedim. Şimdi, “derin” analizler birbirini izliyor: Rusya’ya yaklaşıyor. NATO’dan çıkar mı? Hayır çıkamaz. . . Bu sırada bir şey, ya gözden kaçıyor ya da kabul etmesi ağrılı olacağından “yadsınıyor”:
ülke iki büyük
gücün arasında, paylaşım konusudur!
Bir soru, bir fantezi
Bu “yadsıma” durumundan çıkabilmek için önce şu soruyu sormak gerekiyor. “Bu müthiş ‘U’ dönüşü niye oldu?”
Bu soruya cevap verebilmek için de hem AKP’nin hem de milliyetçi /Avrasyacı kesimin tutunduğu
fanteziyi
aşmak gerekiyor.

Fantezi:
Modern, kapitalist Türkiye
bağımsız
bir ülkedir, onu yönetenler dış politikada
istediklerini yapabilirler.

Gerçekteyse Türkiye’nin
ekonomik,
siyasi, güvenlik
yapıları, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD hegemonyası altında kurulan güvenlik mimarisinin, merkez kapitalizmin gereksinimlerine göre şekillenmiştir; eski deyimle Türkiye,
emperyalist sisteme bağımlı
bir ülkedir. Tarih, yeniden,
Hobson, Bukharin,Lenin‘in emperyalizm kitaplarını yazdıkları döneme “benzerken” (ekonomik kriz, finansallaşma, gerileyen hegemonyacı güç, büyük güçler arasında yeniden paylaşım rekabeti) bu bağımlılığın tek bir emperyalistten öte, bir
emperyalist rekabet
sistemi ile ilgili
olduğunu görmek gerekiyor.

II. Dünya Savaşı’nın ardından, siyasi bağımsızlığını kazanan eski sömürgelerde oluşan, işgale gerek kalmadan kullanmaya izin veren yeni içsel-yapısal
bağımlılık biçimleri
o dönemde “yeni
sömürgecilik“, devletler de
“postkolonyal”
olarak tanımlanıyordu. Bu devletin işlevi (halkın rızasını alabiliyorlarsa “demokratik” yollarla, yoksa, açık diktatörlüğe,
faşizme
varan baskıcı rejimlerle) ülkeyi
emperyalizmin ekonomiksiyasi
kullanımına açık tutmaktır. Bu devletlerin yapısal özellikleri bu yönde şekillenmiştir.

Türkiye, 1950’lerde bu sistemle bütünleşti, bir daha da kopmadı. AKP’nin iktidara gelirken bu sisteme sadakat deklare ettiğini, bu sistem tarafından da desteklendiğini unutmayalım. Bu “postkolonyal” devletler,
“bağımlı ülkeler”,
uluslararası hegemonya sisteminin istikrarlı olduğu dönemde dış politika üretmediler, hegemonyacıyı izlediler. Hegemonya sistemi çözülürken,
dış politika krizine
girdiler, yeni yükselen “büyük güçlerin” arasındaki,
emperyalist,
yeniden
paylaşım rekabetinin
konusu oldular.
“Davutoğlu’nun fantezileri bu krize çare
olmaz, Türkiye’yi masaya değil, menüye
oturtur”
diyorduk. öyle de oldu!

Soruya geri dönebiliriz. Rus uçağı düşürüldükten sonra AKP Türkiyesi’nin dış politikası çöktü, ekonomisi çökmeye başladı. AKP Türkiyesi’ni yönetenler, “büyük devlet” olmaya giderken (fantezi), aniden, iktidarda kalabilmek için,
emperyalist
rekabet sisteminin
en önemli aktörlerinden Rusya’nın basıncı önünde eğilerek aşağılanmayı, yörüngesine doğru kaymayı kabul etmek zorunda kaldıklarını dehşetle gördüler. İçerde baskı ve terörün artması da bundandır.

Türkiye’nin
konumu
belirsizleştikçe, üzerindeki paylaşım rekabeti daha da sertleşecektir; sertleştikçe de
konumu
daha da belirsizleşecektir. Siyasal İslamcı ve Avrasyacı akıl, ülkeyi bu konumdan kurtarmak bir yana, içine daha da batırıyor! Türkiye’nin
bağımlılıktan beslenen
geleneksel kapitalist sınıflarının arzusu ise kurtulmaktan yana değildir. öyleyse. . .
26. 12. 2016 – CUMHURİYET