ERK ACARER: O GÖZYAŞLARININ GÜNAHINI HANGİ CUMA TEMİZLER’ (11. 04. 2016)

193

Diyarbakır Sur’dan, Maraş Pazarcık’a, oradan da Ankara’ya ulaşan uzun bir yolculuğu tamamlıyoruz. Gazetecinin Anadolu turnesi… Son durağımız, Ankara’da 10EkimDer tarafından düzenlenen etkinlik kapsamında acılı ailelerle ve bir kısmı koltuk değnekleriyle yürüyen ‘şanslı’ yaralılarla bir araya geliyoruz.

• • •

101 kişinin yaşamını yitirdiği Türkiye’nin en büyük katliamının 6. ayı doluyor. Bizim açımızdan ortada tek bir ana fikir bulunuyor: “Katili tanıyoruz!” Bu temeldeki düşüncelerimizi, birkaç şeye vurgu yaparak toparlıyoruz: “Ankara Gar Katliamı, siyasi iktidarın, Suriye’de müdahil olduğu kirli, mezhepçi, dış ve haziranda kaybedilen seçimden sonra şekillendirilen, kutuplaştırıcı, kışkırtıcı iç politikasının bütünü. “

• • •

Gar Katliamı, IŞİD’çi diyip üç beş kişiye yıkılarak geçiştirilecek bir dosya değil, çamura ve kana bulanmış siyaset biçimini deşifre edecek bir anahtar. Bıkmadan dile getirdiğimiz ayrıntıları bir kez daha tekrar ediyoruz: “Her büyük eylemde, alanda polis kaynar, 6 fotoğrafçı, 6 kameraman emniyet görevlisi çekim yapar. Peki, Gar meydanında neden hiç polis yoktu? Faciadan sonra, kimi ölmüş, kimi ağır yaralanmış insanlara niçin gaz, plastik mermi, tazyikli su sıkıldı? Acaba deliller böylesine acımasızca mı karartılmaya çalışıldı?”

• • •

Ankara’da acı ve merhamette ortağız! Gerçekten de böyle mi? Hayır, 10EkimDer gönüllülerinden içimizi acıtan o cümleleri duyuyoruz: “13 Mart’ta gerçekleştirilen Ankara saldırısından sonra da cenazelere katılmak, yaralıları hastanede ziyaret etmek istedik. Ancak ‘başka ziyaretçiler’ tarafından engellendik. Bize, ‘Neden buraya geldiniz, keşke hepiniz 10 Ekim’de ölseydiniz’ dediler.

• • •

Ankara’nın tuhaf bir yere dönüşmüş olduğuna tanıklık ediyoruz. Kızılay’daki kahve keyfimiz, pek çok dostumuz tarafından hayretle karşılanıyor: “ölüme davetiye mi çıkarıyorsun? Biz ara sokaklardan ayrılmıyoruz!”Başkent’ten söz ediyoruz.

• • •

Hayatımızı, yakınlarımızı, kimlik bilgilerimizi, geleceğimizi koruyamayan, dahası ve açıkçası, halkını hiç sevmeyen bir devletle karşı karşıyayız. Hal böyle olunca, işi deliliğe vuranlar da çıkıyor. Yine 10EkimDer gönüllülerinden öğreniyoruz: “Bardan, kafeden çıkan gençlerden kimileri ‘Bomba var’ diye şaka yapıyor. Herkes kaçışıyor. “Aklını yitirenler, diken üstünde yaşamlar…

• • •

Gözlerinde acı okunan adamlar… Karşı karşıyayız. Sözüm ona yemek yiyeceğiz, zehir oluyor. Mustafa Doğan… Gar saldırısında gencecik yaşta ölen İTü öğrencisi Güney Doğan’ın babası… “Ben okumayı çok isterdim” diyor, “Bu yüzden bütün hayallerimi evlatlarımın üzerine yıktım. İki oğlumu da okutmaya çalıştım. Biri rahmetli oldu… Gözümün önünden gitmiyor, yerken, içerken, uyumaya çalışırken…”

• • •

Derken… 10EkimDer’den dostlarımız bir metreye çerçevelenmiş bir fotoğraf getiriyor. Rahmetlinin, Güney Doğan’ın fotoğrafı poşetten çıkıyor. Dersimli Mustafa üç kez aynı şeyi tekrarlıyor: “çok teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, çok teşekkür ederim…” Sonra fotoğrafı seviyor. Bir adamın sırf yanındakilerden utandığı için içine akıttığı gözyaşlarına tanık oluyoruz. Ağla be Dersimli Mustafa, ağla da memleket utansın, memleket gözyaşlarınla yıkanıp temizlensin! Elinde bir çatal, yemeğine saplayamıyor. İki kelime: “Gücüm kalmadı!”

• • •

Gazetecinin Anadolu turnesi… ülke manzarasını, Ankara Katliamı’nı anlat diyorlar. Türkiye’de yaşanan diğer alçaklıklara da gönderme yapan bir soruyla kısa yoldan anlatmaya çalışalım: Hangi Cuma, hangi Kandil, hangi namaz, hangi oruç dünyanın, Türkiye’nin, Ankara’nın ortasına düşemeyen o gözyaşlarının günahını temizler?
11. 04. 2016 – BİRGÜN