Türkiye’de 17-25 Aralık yolsuzluk suçlamasının ana aktörü, RTE’nin “hayırsever işadamı” olarak kolladığı İranlı işadamı Reza Zaarrab’ın , 19 Mart’ta
Miami’de gözaltına alınıp tutuklanması, sıradan bir “kara para” soruşturması gibi takdim edilmek istense de, öyle değil. Bu, ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir kilometretaşı, hatta bir hesap sorma bahanesi. Tutuklama ile başlayan sürecin nereye evrileceği, içine kimleri, neleri katacağı ve aslında ABD’nin, neyi, kimleri
hedeflediği önemli
Suç ne, neden şimdi?
Hatırlanacaktır;
2010’da ,önce Birleşmiş Milletler İran ile ilgili bir karar aldı. “Hassas nükleer faaliyet” için kullanılabilecek her türlü askeri ve sivil mal ve hizmetin ticaretini ve bu ticaretten doğan para transferlerini yasakladı BM. Ama, bu karar ABD’yi kesmedi. İran’ın enerji gelirlerini de nükleer faaliyette kullanabileceği savıyla, bu enerji ticaretinden doğan dolar transferini yasa dışı ilan etti, kararı ABD Senatosundan geçirdi. Artık İran’ın enerji gelirleri “kara para” sayılacak ve bu para transferine bulaşan kara para aklayıcısı ilan edilecek ve cezalandırılacaktı. Kısa süre sonra Avrupa Birliği de BM kararıyla yetinmediğini gösteren ve İran’ın petrol ve gaz endüstrisine teknoloji ve donanım satışını yasaklayan bir
yaptırım
paketini yürürlüğe koydu. Ancak bu girişim de İran’ın petrol ve doğal gaz satışına ve bu satıştan elde edilen parasal transferlerine engel olacak mıydı? Hayır,olmadı. Türkiye bunlara uymadı.
ABD’den heyetler Türkiye dahil, İran ile enerji ticareti yapan ülkelerde toplantılar yaptılar, özellikle bankaları uyardılar. İran ile ticaretin “Terörün finansmanı ve Finansal suç” kapsamına gireceğini bildirdiler. ABD’nin uyarısı içeriği ve üslubu itibarı ile Türk bankalarını endişelendirmişti. Ama daha sonra Zarrap’tan çok değerli saat rüşveti aldığı da ortaya çıkan dönemin Devlet Bakanı Zafer çağlayan,”Bizi sadece BM’nin kararı bağlar. ABD’ninki değil. … bankaların cesaretli olması lazım”demişti.
ABD, özellikle Türkiye’ye
2010 boyunca uyarılarını yaptı. Ancak, bu uyarılar dikkate alınmadı. İran hem Türkiye’den alacağını, hem de Hindistan’dan alacaklarını Reza Zarrab’a vekalet vererek Halkbank’ı aracı kullanarak külçe altın biçiminde transfer ettirdi.
Kafa tutarak…
önceki yazılarımdan kısaca özetleyeyim; “Yazılarımı İstanbul CHP milletvekili Umut Oran, bir önerge ile 13 Temmuz 2012’de Halk Bankası’ndan sorumlu Ali Babacan’a şöyle yöneltti; ” Mustafa Sönmez ,altın ihracatında hiç esamesi okunmayan hatta 2007, 2008, 2009 yıllarında sıfır payı olan İran’ın, birdenbire altın ihracatında yüzde 76 pay sahibi olduğunu bildirdi (…). İran’dan alınan petrol ve doğalgazın parasının Halk Bankası’nda tutulduğu, bu paranın altına dönüştürülerek, bazen zırhlı araçla sınırda İran Merkez Bankası yetkililerine teslim edildiği, bazen de uçak kargosuyla İran’a gönderildiği doğru mudur? Bu gerçek dışı altın ihracatının TÜİK’in hesapladığı büyüme rakamlarına etkisi yok mudur?”
Babacan, 22 Kasım 2012’de bu konuya şöyle açıklık getirdi; “Türkiye olarak İran’dan aldığımız gazın parasını biz TL olarak İran’ın Türkiye’deki hesabına yatırıyoruz. Fakat İran’ın o parayı dolar olarak kendi ülkesine götürmesi mümkün değil, uluslararası kısıtlamalar, ABD’nin yaptırımları sebebiyle. Dolayısıyla İran, bunu döviz olarak kendi ülkesine götüremeyince, o TL’yi kendi hesabından çekiyor, altın alıyor piyasadan. Altını kendi ülkesine götürüyor. Bunu nasıl götürüyor bilmiyorum, ama işin özü bu. “
Babacan’ın “nasıl götürüyor, bilmiyorum” dediğini, bugün rüşvetle itham edilen öteki bakan arkadaşları biliyordu.
TÜİK ve Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye, 2010-2013 arasında yaklaşık 31 milyar dolarlık külçe altın ithal etmiş ve bunun üçte ikisini 20,2 milyar dolarlık kısmını ihraç etmişti. Yani, İran mutemedi Reza Zarrap, Halk Bbankası’ndan TL alacaklarını külçe altına dönüştürüyor,
İran’a doğrudan, bazen de BAE üstünden
transfer ediyordu.
Hindistan’ın ödemelerinde de aynı kulvar kullanılıyordu.
style=border- 2px; border-style: solid; Kaynak:TÜİK;TCMB
Kuşkusuz, Zarrap’ın bu transferi yaparken devletin himayesine, kollanmasına ihtiyacı vardı. Onu da 17-25 Aralık dinlemelerinden ortaya çıktığı gibi İçişleri Bakanı Muammer ve oğulları, Egemen Bağış, Devlet Bakanı Zafer çağlayan bütün yetkilerini kullanarak yapmış ve hizmetlerinin karşılıkları ise ortaya çıkan ve çıkmayan miktarlarda ödenmişti.
RTE’den habersiz?
Bütün bunlardan RTE’nin bihaber olması mümkün müydü? Reza’dan Bey diye söz eden ve hayırsever bir işadamı olduğunu bildiren, Halkbank genel müdürünün evinden ayakkabı kutusundan çıkan rüşvet paralarını, Balkanlardaki bir cami yaptırma derneğine bağış diye aklama çabasına giren RTE, bu çarkın nasıl dışında olabilirdi?
Hindistan’dan İran’ın
alacaklarına da kol-kanat gererek gerçekleştirilen bu para transferi ile AKP rejimi , sadece avantalardan yararlanmakla kalmıyor, ayrıca bölgeye ve dünyaya, “ABD beni ırgalamaz” mesajı veriyor ve kendince kafa tutuyordu. “Bölgesel güç” olma iddiasını böylece sergiliyordu!…
ABD’nin hesabı…
Koyduğu ambargonun AKP hükümetince cüretle delindiğini gören ABD, sessiz ve derinden soruşturmalarını sürdürüp dosyasını hazırladı. Ne zamana kadar? Geçen haftaya…Peki niye bu kadar bekledi? üstelik İran ile nükleer gerilimini 2015’te yaptığı görüşmelerle aşıp yeni bir sayfa açmış iken bu hesabı niye kapatmadı ? Bunun için Zarrap, neden Miami’ye gitti? Zarrap ile aynı işi yapan ve ortak oldukları bildirilen Babek Zencani’nin İran’da rejimi 3 milyar dolar dolandırdığı gerekçesiyle idama mahkum ettirilmesinin, Zarrap’ın kararında etkisi var mıydı? Bunlar, elbette zamanla gün ışığına çıkacak.
Ama bilenen şu;
ABD’de Rıza Sarraf adına açılan dava ABD Başkanı’na “ulusal güvenliği ve dış politikasına yönelik sıra dışı ve olağanüstü tehditlerin üstesinden gelme” yetkisi veren “Uluslararası Acil Ekonomik Güçler Yasası”na aykırılıktan açıldı. Başka bir ifade ile bu davada ABD’nin ulusal güvenliğine ve çıkarları hilafına, Türkiye’nin İran için bu ülkeye ekonomik ve mali destek vermek amacı ile almış olduğu tasarruflar sorgulanacak. Mali stratejist Selva Tor’un da belirttiği gibi; “
…çatışmanın merkezinde Türk-ABD ilişkilerinin parasal güç dengesinde Türkiye’ye yöneltilmiş kızgınlık ve hesap sorma ihtiyacı olduğu açık bir şekilde görülüyor. (*)”
Ayar verme imkanı
Başka bir ifade ile, AKP rejiminin hem rüşvete bulaşarak hem ABD’yi karşısına alarak gerçekleştirdiği bu icraat, şimdi ABD’nin elinde tuttuğu “Zarrap kara kutusu”
ile ABD’ye, “Ak faşizme ayar verme” imkanı sağlamış durumda. ABD’nin şöyle ya da böyle Ak faşizme bir ayar vereceği, ayarın iç siyaset kadar Orta Doğu siyasetini kapsayacağı ortada. ABD, Ak faşizmin totaliterleşme planlarından, Türkiye’yi hızla kutuplaştırarak iç savaş iklimi yaymasından, PKK-PYD konusunda ABD ile frekans uyuşmazlığından, Suriye meselesinde uyumsuzluğundan,
ülke içinde TüSİAD’ta örgütlü işadamlarını baskılamasından, genelde güçler ayrımını hiçe saymasından, medyaya, ifade özgürlüğüne uyguladığı yoğun baskılardan , elçileri aracılığıyla ya da saray sözcüleri aracılığıyla eleştirildenden de anlaşıldığı kadarıyla, hoşnutsuzdur.
Saray yanaşması medyanın Zarrap’ın tutuklanmasının hemen ardından bunun “RTE’ye darbe, Fetö’nün ABD’yi arkasına alarak saldırısı” olarak nitelemesi, paniği boşuna değildir.
Şimdi ABD, elinde Zarrap manyetosu ile akımı alçaltıp yükseltme, Zarrap ile birlikte, ona, eylemini kolaylaştırma, icra imkanı tanıyan AKP’li bakanları RTE’ye varıncaya kadar dava kapsamına alma şansına sahiptir. Bunu ne kadar yapacağı, sınama-yanılma ile mi yapacağı, yaşanarak görülecektir.
(*)http://ww. aljazeera.com. tr/gorus/buyuk-resmin-kucuk-adami-sarraf
01. 04. 2016 – mustafasonmez. net