NİLAY ETİLER: DÜNYA HEKİMLERİ SAVAŞ VE GÖÇÜ KONUŞTU (01. 03. 2016)

195

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul dünyadan çeşitli tabip birliklerini ağırladı. Dünya Tabipleri Birliği’nin düzenlediği ve Türk Tabipleri Birliği’nin ev sahibi olduğu toplantının amacı, savaş nedeniyle yerinden olmuş insanların sağlığını konuşmak, bilgileri paylaşmak ve çözümler önermek idi.

Savaş, ülkemiz coğrafyasında son beş yılın yakıcı gerçeği…
Savaştan, çatışmadan kısacası ölümden kaçan insanların ilk sığındıkları ülke Türkiye. Bu haliyle savaşın dibinde olan ülkemiz, bu dramın başlıca mekanı haline geldi. Savaştan kaçanların yönü batıya, daha iyi yaşam koşullarının olduğu ülkelere doğru oldu. Avrupa’ya giderken bir “geçiş ülkesi” olarak düşünülen Türkiye milyonlarca insanın –en azından şimdilik- yeni yurdu oldu. Resmi rakamlarla 2. 5 milyon olan sığınmacılar artık Türkiye’nin bir parçası. Bunları inkar etmek, ötekileştirmek, onlara ayrımcılık uygulamak insana yakışmaz. Dünya Tabipler Birliği Başkanı Dr. M. Marmot’un dediği gibi, “göçmenlerin kimliği değil sağlığı önemli”dir.
İstanbul’daki sempozyumda pek çok ülkeden gelen katılımcılarla pek çok konu ele alındı. Diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin kucağında bulduğu milyonlarca sığınmacı sayesinde epey deneyim kazandığını görüyoruz. Ege Denizi’nin öte yanındaki Yunanistan’ın da göçmenler konusundaki deneyimi azımsanmayacak düzeyde, zira “suyun ötesi”ne geçmeyi hedefleyerek Avrupa’ya giriş yapmaya çalışan milyonlar var. Üstelik göçmenlerin yüzde 50’si, botlara binerken ölebilecekleri düşünüyor. Yunanistan MSF (Sınır Tanımayan Doktorlar) örgütünden Dr. Veizis’in verdiği bilgiye göre, Ege Denizi’nde 2015 yılında toplam 3771 kişinin boğularak öldü. Bu nedenle güvenli geçişin sağlanması gerektiği vurgusu defalarca yapıldı.
Diğer yandan Avrupa’nın göçmenlerin girişini engellemek için harcadığı paranın, onlara insani yaşam koşulları ve hizmet sunmak için harcadığı paradan daha fazla olduğu ifade edildi.
Avrupalı hekimler, artık unuttukları hastalıklarla karşı karşıya kaldığını ifade etti. örneğin uyuz, tüberküloz ve diğer bulaşıcı hastalıklar gibi. Göç sırasındaki yaşam koşulları, göç yolculuğunda yaşadıkları Avrupa’ya akın eden bu insanları bulaşıcı hastalıklara açık hale getiriyor. Savaş öncesi toplumsal sağlık göstergeleri, sağlık hizmetleri çok da kötü olmayan Suriye’de son beş yıldır hiçbir sağlık hizmeti olmadığını biliyoruz. Aşısı olmayan, beslenmesi bozulmuş çocuklar, yaşam koşulları vb. her şey hastalıklara davetiye çıkarıyor. Kısacası Avrupa, yeni bir hastalık/sağlık profiline gebe görünüyor, tıpkı Türkiye gibi.
Sempozyumda konuşulan diğer bir konu kadın konusu idi. Savaşlarda kadın bedenlerinin “muharebe alanı” olduğu, tacizlerin tecavüzlerin arttığı gerçeği dile getirildi. Kadınların gebelik gibi doğurganlık sorunlarından, doğumda ölme riskinden, doğumların savaşa rağmen devam eden hayatın gerçekleri olduğundan bahsedildi. Ayrıca savaştan kaçan topluluklarda erkeklerin savaşma için geride kalması ile kadınların çocuklarıyla birlikte geldiği vurgulandı. Savaş ortamlarında kadınların özel olarak korunması gereği, bu tartışmalarla ortaya çıktı. Diğer ortaya çıkan gerçek ise konunun genel olarak farkında olunmayan bir konu olması idi.
TTB’nin sempozyum öncesinde hazırladığı “Savaş, Göç ve Sağlık” kitabı sempozyumda paylaşıldı. Türkiye’de yapılmış araştırmalara dayanan kitapta, sığınmacıların yaşam koşulları, sağlık sorunları ve sağlık hizmetleri çeşitli yazılarla resmedilmiş. Bulaşıcı hastalıklar, kronik hastalıklar, aşılama, gebe ve loğusaların durumu, çocukların durumuna ilişkin yoğun bilgi içeren bu kitabın sonuçları gerçekten çarpıcı.
Gerek sempozyum gerekse konu ile söylenecek çok şey var. Ama yazıyı tanımaktan onur duyduğum İnsan Hakları İçin Hekimler örgütü’nün yöneticisi Dr. Dunevant’ın sözleriyle bitiyorum: “İnsanlık onuru için mücadele etmeliyiz, birbirimize ihtiyacımız var”.

01. 03. 2016 – EVRENSEL