NİLGÜN TUNÇCAN ONGAN: ‘İLİŞKİ’ DEĞİL CİNSEL İSTİSMAR! (27. 02. 2016)

198

Türkiye’de giderek artan cinsel suçların önemli bir bölümü çocuklara karşı işleniyor. Nitekim Uluslararası çocuk Merkezi, bu konuda 2011 yılı itibarıyla yaklaşık olarak 40 bine ulaşan cinsel suç davalarının yüzde 47’sinin çocuklara karşı işlendiğini belirtiyor.
Buna karşılık kadınlara/kız çocuklarına yöneltilen cinsel saldırılar, ancak şiddetin en vahim biçimlerinin yaşanması ve saldırının ölümle sonuçlanması halinde gündem olabiliyor. Kaldı ki, bu durumda bile konuyu mağdurların özel hayatı, yaşam biçimi veya giyim tarzı çerçevesinde tartışanlar hiç de azımsanmayacak düzeyde.

Tecavüzü lanetlemek yerine mağdur kadını tartışmaya açan bu yaklaşımın, siyasal iktidarın sürdürdüğü cinsiyetçi politikalardan güç aldığına kuşku yok. İşlevi ise cinsel saldırı suçunu toplumsal açıdan “normalleştirmek” yanında teşvik etmek, hatta bunu bir “terbiye” aracına dönüştürmek. Tıpkı kısa etek giyen kız öğrencileri “Yola getirmek” için erkek öğrencileri görevlendiren lise öğretmeni gibi.
Benzer bir yaklaşımın hukuk alanına da hakim olmasının başlıca sonucu ise cezasızlık.
Nitekim İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), “Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu” başlıklı raporunda, hazırlanan iddianamelerde mağdurların davranışları ve özel hayatlarının tartışıldığı ve suçun işlenip işlenmediğine gerekçe yapıldığı belirtiliyor. Buna karşılık failin özel hayatıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapılmadığına ise dikkat çekiliyor.
Ancak cezasızlık sorunu, yalnızca hakimlerin geleneksel kalıplar çerçevesinde kullandığı takdir yetkileri veya “iyi hal” uygulamalarından kaynaklanmıyor. Bir diğer ifadeyle, sadece bir uygulama sorunu değil. Kimi zaman yasal düzenlemenin doğrudan kendisi saldırgan açısından birçok hafifletici hüküm barındırıyor.
“Rıza” meselesi de bunlardan biri. özellikle de çocuk istismarı konusunda.

Türk Ceza Kanunu’nda 15 yaş altındaki çocuklara karşı girişilen her türlü cinsel davranış ‘istismar’ olarak tanımlarken, 15 yaş ve üstü için çocuklar için ise çocuğun ‘algılama yeteneği’ koşulu getirilmiş. Buna göre “15 yaşını doldurmuş ve fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmiş” çocuklara karşı yapılan cinsel davranışın ‘istismar’ sayılması için cebir, hile, tehdit veya iradeyi engelleyen başka bir nedene bağlı olarak gerçekleşmesi gerekiyor (TCK/ m. 103). Aksi takdirde cinsel fiilin çocuğun rızasıyla gerçekleştiğine, istismar değil ilişki olduğuna hükmediliyor ve fail “Reşit olmayanla cinsel ilişki” maddesinden yargılanıyor (TCK/m. 104).
“Reşit olmayan çocuğun cinsel ilişkiye rıza göstermesi” uluslararası standartlara uygun bir yaklaşım olmakla beraber, başta baro kadın komisyonları olmak üzere birçok kadın hakları derneğinin de vurguladığı gibi tarafların her ikisinin de 15-18 yaşlarında olması haliyle sınırlandırılması gerekiyor. Bu durumda kimi hukukçu 15-18 yaşındaki çocuklar arasındaki cinsel ilişkinin suç olmaktan çıkartılmasını savunurken, kimisi ise küçük yaşta evlilikleri teşvik edeceği gerekçesiyle bundan imtina ediyor.
Ancak TCK’deki durum bu kapsamlı tartışmaların çok gerisinde. Zira 104. maddedeki düzenleme iki tarafın akran olması haliyle taraflardan birinin çocuk, diğerinin yetişkin olması arasında fark gözetmiyor. Sadece failin “çocuğun evlat edinme öncesi bakımını üstlenen veya koruyucu aile ilişkisi çerçevesinde koruma bakım ve gözetim yükümlülüğü bulunması” halini ceza ağırlaştırıcı bir nitelik sayıyor.

Oysa gerek Dünya Sağlık örgütü gerekse Türkiye’nin de tarafı olduğu Lanzarote Sözleşmesi, taraflar arasındaki yaş farkı bir yana mağdur ve fail arasındaki her türlü güç, sorumluluk, güven ve yetki ilişkisinin cinsel saldırı suçunun tanımında belirleyici olduğunu vurguluyor.

Bu yaklaşım yok sayıldığında ise ne mi oluyor?
örneğin Cansel’in ölümüne yol açan ve suçunu itiraf eden öğretmen aralarındaki yaş farkı, öğretmen-öğrenci hiyerarşisi ve bütün bunların çocuğun iradesini sakatlama etkisi yok sayılarak istismardan (tecavüz) değil de, “çocuğun rızasına bağlı cinsel ilişki” kurmaktan tutuklanıyor. Konu istismar kapsamında değerlendirilmediğinden, Cansel’in ölümü halinin şu eksik bulduğumuz TCK’ye göre bile ağırlaştırılmış müebbet hapis gerektirdiği tartışılmıyor bile.
27. 02. 2016 – EVRENSEL