NİLGÜN TUNÇCAN ONGAN: NEUMARK VE KESSLER’İN MIRASI (16. 01. 2016)

212

Barış için imza atan 1128 akademisyene yönelik tehditler de, destek ve dayanışma da hız kesmiyor. İktidarın tüm kademelerince “hain” ilan edilen öğretim üyeleri, yandaş basın tarafından her gün isim isim hedef gösteriliyor. Buna karşılık imzalar her geçen saat artarken, akademi ile toplumun diğer kesimleri arasında önemli bir dayanışma ağı da örülmüş durumda. Gazeteciler, oyuncular, hukukçular, edebiyatçılar, çevirmenler, psikologlar, öğrenciler ve en önemlisi de işçiler barış akademisyenlerinin yalnız olmadığını söylüyor. Ayrıca bildiriye imza atmamış olan birçok öğretim üyesi de arkadaşlarının taleplerini sahiplendiğini açıkça duyuruyor.

Bir dizi üniversite rektörünün iktidara yaranma telaşıyla yaptığı açıklamalar ise hukuksuz olduğu kadar gülünç de. örneğin Abant İzzet Baysal üniversitesi, bildiride imzası olan emekli hocalara da soruşturma açmak konusunda hukukçularla görüştüğünü duyurdu. Akdeniz üniversitesi ise bildiride imzası olan öğretim üyeleri hakkında yasal süreç başlatacağını açıklarken “öğretim üyelerinin DüŞüNCELERİ kendilerini bağlar” dedi. Yani atılan imzaların tüm üniversiteye mal edilemeyeceğini ve aslında Akdeniz üniversitesinin çoğunlukla “makbul” akademisyenlerden oluştuğu mesajını vermeye çalışırken, DüŞüNCEYİ suç saydığını da itiraf etti.

Bildiriye imza atan akademisyenlerin “hain”, “cahil” ve “karanlık” ilan edilmesinin temelinde “Devletin bekası ve çıkarlarının korunması” kaygısı var. Nitekim hükümet mensuplarından rektörlere, yandaş basından meslektaşları hakkında suç duyurusunda bulunan kimi akademisyene ve dahi baro başkanına kadar herkes aynı gerekçeyi vurguluyor. Dahası akademik özgürlüğün sınırlarını devletin çıkarlarına göre belirleyen bu yaklaşım, evrensel bir kritermiş gibi lanse ediliyor.
Oysa bu yaklaşım, ifade özgürlüğünün çağdaş tanımı ve bunun uluslararası dayanakları göz önünde tutulduğunda oldukça geri kalmış bir teorik tartışmaya işaret ediyor. Bununla beraber Türkiye’nin 1930’larda ev sahipliği yaptığı mülteci akademisyenler düşünüldüğünde ise pratikteki anlamı da hayli ironik.

çünkü mülteci akademisyenler, akademik özgürlüklerini devlet çıkarlarıyla sınırlandırmayı reddettikleri için baskı görmüş, tehdit edilmiş ve Almanya’dan kaçıp Türkiye’ye sığınmış olan bilim insanlarından oluşuyor.

İstanbul üniversitesi İktisat Fakültesi, onlardan biri olan Ord. Prof. Dr. Fritz Neumark’ın hazırladığı rapor doğrultusunda kurulmuştur. Neumark’ın, Nazi Almanyası’nda politik eğilim ve tutumları devletle çelişen akademisyenlerin maruz kaldığı baskı ve göç sürecini anlattığı, “Boğaziçi’ne Sığınanlar” kitabı İktisat Fakültesi tarafından iki kez basılmıştır.

Kaçmak zorunda kalan bir diğer akademisyen ise benim hocalarımın hocası da olan Ord. Prof. Dr. Gerhard Kessler’dir. Kessler yazılarında Nazi karşıtı çağrılara açıkça yer vermiş, yasaklayıcı ve özgürlüğü kısıtlayıcı yaklaşımla mücadele etmenin tüm insanların tarihten kaynaklanan hakkı ve siyasi görevi olduğunu belirtmiş ve Naziler tarafından görevinden uzaklaştırılmıştır. *
Türkiye Cumhuriyeti akademik özgürlüklerini devlet çıkarlarıyla sınırlandırmayı reddeden bu akademisyenleri bağrına basmış ve onları bilim adamı yetiştirmekle görevlendirmiştir. İstanbul üniversitesinin resmi web sitesinde Neumark, Kessler ve diğerleri için şu ifadeler yer alır:
“Hukuk Fakültesi bünyesinde okutulan iktisat dersleri kahırdan bir lütuf olarak Almanya’dan kaçan mülteci hocalara verilmişti. . . Her biri yüz akı hocalar ülkemizde iktisat tedrisatına çekidüzen vermişlerdi. “
İronik değil mi?