CEYDA KARAN: DÖN BABAM DÖN (16. 12. 2015)

198

Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin dış politikadaki “yanlış hesaplarının dönmediği” bir diyar kaldı mı? Washington’dan, Moskova’dan, Atina’dan, Erivan’dan, Tel Aviv’den, Tahran’dan, Şam’dan, Bağdat’tan. . . Dön babam dön.

Hatırlarsanız bu haleti ruhiyenin zihin dünyalarındaki son tezahürü BaşbakanDavutoğlu‘nun “DAİŞ’in İslam anlayışıyla bizimki arasında 180 değil 360 derece fark var” sözü olmuştu. Maalesef “stratejik derinlik” hali farklı değil. Türkiye’yi 360 derece tavaf ettik. Yandaş medyanın Rus uçağının düşürülmesi ve Musul’a efsane çıkartmayla ilgili kahramanlık türküleri de bozuk plaktan çıkan kırık seslere dönüşüverdi.

***

17 saniyelik ihlali uçak vurma gerekçesi kılanlar, Rus lideri
Putin‘in keskin duruşu ve yaptırımlar karşısında feleklerini şaşırmış halde. Coşkulu “emri ben verdim”ler çoktan unutuldu. Rusya’yla “hesapta olmayan gerginliğin” sorumlusu kâh Hava Kuvvetleri Komutanımız
Abidin ünal, kâh Türk tarafının ikazlarını anlayamamış Rus pilot olup çıktı. Cumhurbaşkanı, “Bu yanlışı kim yapıyor? Tabii ki yönetici yapmıyor. Uyarılara kulak asmayan, uyarıları duymayan oradaki pilotlardır” deyiverdi. Sonra uluslararası ilişkilerde çığır açıcı “Putin beni iyi tanıyor” sözü var. Daha tuhafı “Rus uçağı olduğunu bilseydik, uyarının şekli değişebildi” demesi. Nasıl yani, uyarının şekli neydi, ne olabilirdi?

Mevzu Başbakan’ın “Rusya’dan doğalgaz akışının kesilmesi söz konusu değil. Akkuyu projesinin de durmasını gerektiren bir durum yok” kelamlarına da varmışsa, hakikaten kaygılanma vakti gelmiş demektir. Nitekim hiçbiri, uçak vurulmadan bir hafta önce Antalya’daki G20 zirvesinde
Erdoğan
ile Putin için planlanan 15 Aralık görüşmesini kurtarmadı. Kremlin “Görüşme planlanmadı” dedi, o kadar.

***

Suriye hesapları tutmayınca Irak’ta girişilen hamle jeopolitik hezimetler serisinin sonuncusu olarak daha “yüz kızartıcı”. 4 Aralık’ta tank ve zırhlı araçlarla 600+ asker, kimseyi ikna etmeyen “5060 eğitmeni koruma” izahları eşliğinde Musul’un Başika bölgesine konuşlandırılmıştı. IŞİD’le savaş koalisyonunun parçası olmayan bu misyona karşı, Bağdat BM Güvenlik Konseyi ve milisler sopasını çıkarıp, dünya Şiiliğinin dikkate aldığı Ayetullah
Sistani‘den ikaz gelince; Erdoğan’ın 11 Aralık’ta ettiği “Asla çekilmeyeceğiz” lafının dumanı üç gün tütebildi. 14 Aralık’ta “yanlış hesap Başika’dan döndü”.

Davutoğlu bu kez “açılara” girmeden ama dış politika kitaplarına geçmeye aday “. . Askeri tedbirlerin ise önceden ikili planlanması zor oluyor” cümlesi eşliğinde “tanzim” demeyi münasip görmüş. Haklı. Türk askerleri sınırın dibindeki Duhok’a intikal etmiş. Türkçesi, bölgede petrol kardeşliği sayesinde kalan tek müttefik Kürdistan Yönetimi’ne (KBY) sığınmak. Lakin Bağdat teskin olmazken, Kürtlerde de kaşlar kalkabiliyor. Misal milletvekili
Goran Azad
basit bir soru sormuş, “Türkiye, Erbil’in IŞİD tarafından işgali tehlikesi varken niye asker göndermedi?”

***

Maşallah biz herkese hadlerini bildiriyoruz da onlar bir türlü bilmiyorlar. Asıl sormamız gereken bunların niye başımıza geldiği.

Niye? Zira kimse yeni bir “Sünnici Osmanlı”
filan istemiyor. “Sünni Araplar, Sünni Türkmenler, Sünni Kürtler” vurgulu hesapların zemini yok. Sonra bir bakıyorsunuz, Diyanet İşleri Başkanımız bölgede tüm musibetleri “sekülarizme” yıkıveriyor. Ne hazindir ki, İranlılar dış siyasetlerinde Türkiye’den daha seküler durabiliyor. Bu denli etnik ve mezhebi çeşitliliğin karıştığı bir diyarda başka türlü olmayacağını bizden iyi anlıyorlar.

Bir kez daha anımsatalım. Türkiye; bölgenin yüzü Batı’ya dönük modern ve seküler gücü olarak değer taşıyor, “Sünnici Ortadoğulu” modellemesinin öncüsü olarak değil. Lakin “anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az”. Suriye ve Irak’a filin zücaciyeci dükkânına daldığı gibi dalmaya kalkanların son ittifakı Vahhabi/Selefi Suud’un “teröre karşı 34 ülkelik Sünni koalisyonuyla”. Hadi buyrun buradan yakın!
16. 12. 2015 – CUMHURİYET