ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU: 64. HÜKÜMET PROGRAMI, 2016 BÜTÇE TASARISI VE AKP’NİN ‘YENİDEN’ İKTİDARI ÜZERİNE (08. 12. 205)

196

1970’li yıllarda kapitalizmin içine girdiği krizi aşmak için uygulamaya konulan neoliberal yapısal uyum programını kesintisiz 13 yıl uygulayıp da iktidarını koruyabilen dünyadaki tek örnek, AKP’dir. Toplumun sermaye dışında kalan geniş kesimlerini işsizleştiren, yoksullaştıran bu politikaları uygulayan hükümetlerin ömrü 4-5 seneyi geçmemiştir. Genellikle bir dönem liberal, bir dönem sosyal demokrat görünümlü partiler bu politikaların uygulayıcısı olmuş, böylece hem neoliberal program kesintisiz biçimde uygulanabilmiş hem de bunun uygulayıcısı olan partiler siyasi varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Ancak AKP öncesinde Türkiye’de ya da son dönemde Yunanistan’da olduğu gibi bu politikaların siyasi denge sağlayarak yürütülemediği ülkelerde bunları uygulayan partiler ve de siyasetçiler sadece iktidardan gitmemiş, siyasi varlıkları da son bulmuştur.
örneğin Türkiye’de neoliberal politikaların başlangıcı olan 24 Ocak 1980 kararlarından AKP’nin iktidar olduğu 2002 Kasım’ına kadar geçen süreçte ANAP, DYP, DSP, SHP ve bunların başındaki isimler siyaset sahnesinden silinmiştir. Yunanistan’da da bu politikaların uygulayıcısı olan sosyal demokrat PASOK, muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi ve bunların başındaki siyasetçiler Türkiye’dekine benzer biçimde siyaset sahnesinden silinmişlerdir. Benzer örnekleri başka ülkeler için de vermek mümkündür.
2002 Kasım seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP, neoliberalizmin toplumun canını önceki dönemlerden çok daha fazla yaktığı uygulamaları yaşama geçirmesine ve bu politikaların sonuçlarının çarpıcı biçimde görünür hale gelmesine rağmen iktidarını 13 yıl korumayı becerebilmiştir. Bu siyasi “başarı”nın ardında elbette Türkiye’deki anti demokratik seçim sisteminin, çeşitli biçimlerde yaratılan baskıların, gerilimlerin ve pek çok şaibenin etkisi, katkısı vardır. Ancak tüm bunlara rağmen AKP, toplumu yoksullaştıran, işsizleştiren, sosyal ve siyasal kazanımları ortadan kaldıran ve yargı sistemini tasfiye eden politikaları da uygulayarak önemli bir toplum desteğini tahkim edebilmiştir. AKP’nin bu “başarısı” ulusal ve uluslararası sermaye ve kapitalizme yön veren kurumlar (AB, Dünya Bankası, OECD, IMF vb) tarafından her zaman takdir edilmiş ve desteklenmiştir. Bu destek, AKP’nin kurulduğu 2001 yılından itibaren katıldığı tüm seçimleri kazanmasına da önemli katkı sağlamıştır.
Ancak 7 Haziran seçim sonuçları AKP’nin “başarısı”ndaki sihrin bozulduğunu göstermiştir. Buna göre AKP’nin sürekli olarak canını yaktığı halde alternatifi olmadığını düşünerek AKP’ye destek olan onu iktidara taşıyan kitleler tercihini değiştirmiştir. Böylece AKP’nin tek başına iktidarını olanaksız hale getiren bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Toplumsal desteğin ve bununla birlikte parlamento gücünün zayıflamasıyla birlikte AKP de neoliberal politikaların uygulayıcısı diğer partilerle aynı akıbete sürüklenecektir. Zira toplumsal desteği kaybeden AKP’nin sermayenin çıkarlarına “istikrarlı” biçimde hizmet etmesi mümkün değildir. Bu nedenle sermaye ve uluslararası kurumlar AKP’den desteğini çekecek ve çıkarlarına hizmet edecek alternatif arayışına yöneleceklerdir.
İşte çöküşüne neden olacak bu süreci durdurabilmek için AKP, çözümü de barışı da bir tarafa bırakıp, Türkiye’yi bir savaş alanı haline dönüştürecek politikaları devreye sokmuş ve savaş koşulları içinde ülkeyi 1 Kasım seçimlerine götürmüştür. AKP dışında AKP kadar çıkarlarına hizmet edecek bir alternatif bulamayan sermaye kesimi ve uluslararası kurumlar içinde özellikle AB, (Merkel’in ziyareti ve desteği bunun en açık örneğidir) bu seçimlerde açık biçimde AKP’yi desteklemiştir. Sonuç olarak da AKP bu seçimlerde parlamento çoğunluğunu da elinde bulundurarak dördüncü kez bir dört yıl daha tek başına hükümet etme yetkisi almıştır.
Seçimlerin hemen ardından AKP, kendisini çöküşten kurtaran kesimlere bu desteğin diyetini ödemek için kolları sıvamıştır. Brüksel’de AB ile Suriyeli mültecileri Türkiye’ye hapsedip onları ucuz işgücü olarak sermayenin hizmetine sunan kirli sözleşme ile 64. Hükümet Programı ve TBMM’ye sunulan 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı bu diyetin nasıl ödeneceğini göstermektedir.
64. Hükümet Programı ve bütçe tasarısı birbirini tamamlayıcı içeriktedir ve AKP’nin önümüzdeki dört yıllık dönemde uygulayacağı politikaları göstermektedir. Bu belgelerden anlaşıldığı üzere AKP, 13 yıldır uyguladığı neoliberal yapısal uyum programını toplumun canını daha da fazla acıtacak biçimde uygulamaya devam edecektir. AKP bu niyetini hükümet programının “İstikrarlı ve Güçlü Ekonomi” başlığı altında yer alan şu ifadeyle ortaya koymaktadır:
“…geçmiş hükûmetlerimiz döneminde uyguladığımız politikalarla ülkemizi hem yerli hem uluslararası yatırımcı için cazip bir ortam haline getirdik ve uluslararası sermaye girişinde büyük artışlar sağladık. 64. Hükûmet döneminde de ekonomik büyümeyi bu anlayışımızdan taviz vermeden sağlayacağız. “
Hükümet programı da bütçe tasarısı da yukarıdaki bu ifade doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’yi sermaye için cazip hale getirmek amacıyla çalışma düzeni ve istihdam biçimleri daha da esnekleştirilerek güvencesizlik, 657 sayılı yasa kapsamında istihdam edilen kamu emekçilerini de kapsayacak biçimde yaygınlaştırılacaktır. Bunun sonucu olarak emekçilerin örgütlenme ve üretim/hizmet sunum süreçlerinde söz hakkı ortadan kalkacak ve emekçiler daha düşük ücretlerde daha kötü koşullarda çalışmaya devam edeceklerdir.
Hükümet mali disiplini temel amaç olarak benimsemiş ve kamu harcamalarının da bu kapsamda sınırlandırılacağını belirtilmiştir. Hükümet programında birçok kez tekrarlandığı üzere özel sermayeye ihtiyaç duyduğu tüm destekler sağlanacaktır. öte yandan bütçe tasarısında savunma ve kamu güvenliğine son derece bonkör davranılmıştır. Hükümetin içerde ve dışarda izlediği savaş politikalarını düşündüğümüzde savaş için kesenin ağzının sonuna kadar açılmış olması şaşırtıcı değildir. Bu durumda akıllara, bütçe sermaye ve savaş için bonkörce kullanılacaksa mali disiplin nasıl sağlanacağı sorusu gelmektedir. Elbette cevap, sosyal harcamaların ve personel giderlerinin kısılmasıdır.
Temel sosyal harcama kalemlerinden eğitim için bütçeden ayrılan pay yükselmiş gibi gözükse de bunun büyük kısmı özel eğitim kurumları, ders kitabı basan yayınevleri ve Fatih Projesi üzerinden sermayeye aktarılacaktır. Eğitim sistemi tamamen piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda işgücü yetiştirmeye hedeflenecektir. Sağlık için ayrılan pay savaş için ayrılan payın yarısı kadar bile değildir ki onun da önemli kısmı özel sağlık kurumları ve ilaç sektörüne aktarılmaktadır. Hükümet programında belirtildiği üzere sosyal güvenlik sisteminde “uzun vadeli mali sürdürebilirliğin sağlanması” hedeflenmektedir. Bu da emekliliğin bir hayale dönüşmesi ve bu hayale ulaşabilenlerin de açlıktan sürünmesi anlamına gelmektedir. Bütçe içinde sosyal yardımlara ayrılan payın yüksek olması da yine AKP’nin sosyal hakkı ortadan kaldırarak, toplumu önce muhtaç hale getirip sonra da sosyal yardımlarla kendine biat ettirme politikasının değişmeyeceğini göstermektedir.
Bütçenin gelir kısmında belirtilen vergilerin tabana yayılmasına ilişkin ifade ve 2016 yılına ilişkin belirtilen rakamlardan anlaşılacağı üzere toplumdan alınan dolaylı vergiler (KDV, öTV vb) daha da yükselecektir. Böylece zaten OECD ülkeleri içinde eşitsizliğin en fazla olduğu ülkeler içinde yer alan Türkiye’de eşitsizlikler daha da artacaktır.
Sonuç olarak, 13 yıldır sermayenin temsilciliğini yapan AKP, 7 Haziran sonrasında yarattığı savaş koşullarında yüzlerce insanın canı pahasına iktidarı yeniden ele geçirmiştir. Sermayenin, kapitalizmin egemen devletlerinin ve uluslararası kurumların da desteğini alarak AKP emek sömürüsünü, doğa talanını, yoksulluğu ve savaşı içeren politikalarını sürdürecektir. Bunları yaparken AKP’nin geçmişteki kadar “başarılı” olup olamayacağını ise toplumsal mücadelelerin gücü ve seyri belirleyecektir.
08. 12. 2015 – umutgazetesi.org