Salı yazımda (gazetenin sayfa sayısı azalıyor, artık salı köşesi yok)
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nden çıkan
ortak karar
üzerine, bu kadar büyük bir koalisyon girişiminin gündeminin salt IŞİD’le sınırlı kalacağını düşünemediğimi vurgulamıştım. Olayların akışı, bana, 2004 yılında, ABD’nin gündeme getirdiği “Büyük Ortadoğu Projesi“ni anımsatmıştı.
O günden bu yana izleyebildiğim yorumlar, bu projenin yeniden gündeme gelmekte olduğuna ilişkin korkumu daha da güçlendirdi. Şimdi çok büyük kapsamlı, sonu olmayan bir savaşın içine girmeye başladığımızı düşünüyorum.
Irak’tan Libya’ya. . .
Geçen hafta
Birleşmiş Milletler
bünyesinde yayımlanan bir terörizm raporu, IŞİD’in Libya’nın Sirte bölgesinde, yaklaşık 3 bin militanıyla, kendine yeni bir üs kurduğuna dikkat çekiyordu. Eğer, IŞİD liderliği Rakka’dan çıkmak zorunda kalırsa, IŞİD’in Libya’daki lideri
Al Kahtani‘nin deyişiyle, “Akdeniz kıyılarına, dolayısıyla GüneyAvrupa’ya yakın, neredeyse sonsuz
kaynaklara sahip bir bölgedeki”
bu üsse çekilecekmiş. Birçok IŞİD lideri Libya’ya doğru yola çıkmış.
Wall Street Journal,
Boko Haram’ın saldırılarının Nijerya sınırlarını aşmaya, özellikle Nijer’i tehdit etmeye başladığını,
Al
Monitor
IŞİD’in Yemen’de etkisini artırdığını aktarıyordu. Bu sırada yorumcular, Mısır’ın Sina’da inisiyatifi kaybettiğine, Tunus’un hâlâ risk altında olduğuna dikkat çekiyordu. Cumartesi günü
The Times
bir ön sayfa haberinin başlığında “IŞİD
Afganistan’ı işgal ediyor” diyordu.
özetle, uluslararası medya, yeni koalisyonun terörle mücadele alanının Irak-Suriye ile sınırlı olmadığını anlatıyor. Geçen hafta, İngiltere ve Almanya parlamentolarından çıkan kararlarla, NATO’nun koalisyon içindeki göreli ağırlığı artıyordu. Pentagon, Irak’a sayıları 3 bin 500’e kadar yükselebilecek yeni özel güçler göndereceğini (Associated Press), taktiklerini değiştirerek, daha fazla sivilin ölmesi pahasına hava saldırılarını yoğunlaştıracağını (Stars and Stripes) açıklıyordu. Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından, NATO ve ABD karşısından hemen tüm pazarlık gücünü kaybeden Türkiye de İncirlik Hava üssü’nü ABD dışındaki koalisyon ortaklarına açmayı kabul ediyordu.
IŞİD’den sonra ne?
Bu gelişmelere paralel bir başka tartışmayı da dikkatle izlemek gerekiyor. Neo-Con akımın amiral gemisi
Weekly
Standard’da,
Kristol, tam teçhizatlı ve hava destekli 50 bin ABD askerinin karşısında IŞİD’in hiçbir şansı olamaz diyordu. Haklı olabilir, ama esas sorun, Boston üniversitesi’nden Prof.
Andrew J.
Bacevich‘in ortaya koyduğu gibi:
“Peki,
ya sonra?“
öyle ya, dünyanın tüm “teröristleri” orada değil. Bir kısmı daha şimdiden Kuzey ve Batı Afrika’da, hatta Ankara, Paris katliamlarının, geçen hafta
San Bernardino
saldırısının gösterdiği gibi “her
yerde”;
radikalleşme süreçleri
de işlemeye devam ediyor.
O soruya üç cevap var. İlk ikisi kısa döneme ilişkin. Birincisi,
The Economist’e göre bu savaşı kazanabilmek için, Batı’nın Sünni Arap müttefiklerine gereksinimi var. İkincisi
The Times’da
Philp Collins, “Suriye’yi bombalamak, IŞİD’i yenmek yetmez,orada kalmak gerekir” diyor, klasik emperyalist dönemin,
Manda, Protectora
gibi sömürge yönetimlerini anımsatıyordu. Nihayet uzun dönemli bir çözüm olarak, Arap dünyasında, terörizme karşı sivil toplumun güçlendirmesi (bu 2004 BOP projesinin ruhunu oluşturuyordu) öneriliyor. Ancak, bu çözüme Arap dünyasının otoriter yönetimleri sıcak bakmıyor. O zaman da sorun, IŞİD’den sonra, yine Arap dünyasının otoriter yönetimleri olarak karşımıza geliyor.
İçine girdiğimiz süreci şöyle tanımlayabiliriz: Giderek sertleşecek uzun bir
savaş; çok geniş bir bölgeyi kapsayacak bu savaşta Batı’nın alan hâkimiyeti kazandığı yerlerdeişgal, BM meşruiyeti altında
Manda, Protectora
yönetimleri; giderek Arap dünyasında rejim değişiklikleri.
Bu yorumlarımda biraz olsun gerçeklik payı varsa, bu sürecin on yıllarca sürecek büyük bir felaketler dizisi anlamına geleceğinden hiç şüpheniz olmasın. İncirlik’te başlayan yoğunlaşma, Musul’a doğru konuşlanmaya başlayan TSK, AKP Türkiyesi’nin bu savaşın merkezinde olacağını da düşündürüyor.
07. 12. 2015 – CUMHURİYET