NİLGÜN TUNÇCAN ONGAN: AKP REFORMLARI VE ASGARİ ÜCRET (16. 11. 2015)

186

Emekçilerin kazanılmış haklarını geri almaya dönük her türlü politika ve düzenleme kamuoyuna “reform” diye duyurulur. Bir başka ifadeyle; piyasalaşmayı yaygınlaştırıp, güvencesizliği artırmanın kod adı ‘reform’dur.
örneğin sağlık hizmetlerinden daha fazla ödeme yaparak yararlanmanın veya dul ve yetim aylıklarındaki dramatik azalmanın adı “sosyal güvenlik reformu”dur. Parasız eğitim hakkını ortadan kaldırmaya yönelik her türlü idari ve mali düzenleme ise “eğitim reformu”.
İşçilerin esneklik adı altında daha fazla çalıştırılıp daha kolay işten atılabilmesi “çalışma yaşamında reform”, sendikasızlaştırmayı kolaylaştıran düzenlemelerse “çalışma ilişkilerinde reform”dur.
AKP reformlarının başlıca özelliği, yoksulluğu yaygınlaştırmak ve mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştirmek olmuştur. Buna karşılık neredeyse tümünün gerekçesinde ise “çalışanların yaşam ve çalışma koşullarının eşitlenmesi” amacı vurgulanır.
Zira emek ve sermaye arasındaki eşitsizliği muhafaza edebilmenin en etkili yolu, mevcut karşıtlığın sınıflar asında değil de sanki sınıf içindeymiş gibi yansıtılmasıdır.
İşçilerin ücret ve çalışma koşulları, patronun kârı ve sahip olduğu güvenceler yerine, kendilerinden daha fazla ücret alan ve görece daha güvenli koşullarda çalışan diğer işçilerle kıyaslandığında; emeğin kazanılmış haklarını gasbetmekte, sermayenin sömürü olanaklarını genişletmekte kolaylaşır.
Bu cinsten bir “eşitlik” anlayışı, işçileri güvencesizlikte eşitleyebilmenin ya da işçinin yaşam hakkı pahasına patronun rekabet gücünü savunabilmenin başlıca yoludur.
Sosyal hakları etkisizleştirip, bunun maliyetini hak sahibine yıkma telaşı da yine böylesi bir “eşitlik” ve “reform” anlayışının ürünüdür.
‘Hak’, ‘adalet’ ve ‘eşitlik’ kavramlarını piyasa merkezli tanımlamak, sermayenin finansal çıkarlarının mutlak üstünlüğünü kabul etmenin ve korumanın başlıca güvencesidir.
Nitekim gündemdeki asgari ücret tartışmaları da tam da böyle bir çerçevede sürdürülüyor. İşçilerin onurlu bir yaşamı sürdürebilme hakkını ve bu hakkın nasıl korunacağını bütünüyle gözardı eden bu tartışmaların merkezinde sadece patronlar ve onların finansal çıkarları var.
üstelik sadece sermaye çevreleri veya onların siyasal temsilcileri konumundaki iktidar sözcüleri değil, muhalefet partileri de konuyu bu çerçevede tartışıyor. örneğin geçtiğimiz günlerde CHP’li bir milletvekili, asgari ücret maliyetinin işverene yıkılmasının “kabul edilemez” olduğunu söylemek için basın toplantısı düzenledi.
Yani asgari ücretin sınıflar arasındaki gelir farkını azaltma işlevini yalnız sermaye çevreleri ve onların temsilcisi hükümetler değil, sosyal demokrat muhalefet de “kabul edilemez” buluyor. çünkü düzen partileri iktidarıyla-muhalefetiyle aynı sınıfsal aidiyete mensup.
öte yandan sermaye gruplarının üretimi durdurma, yurt dışına kaydırma ya da istihdamı enformelleştirme tehditleri ise tam bir sınıf cüreti. Gücünü doğrudan kapitalist üretim ilişkilerinden alan bu cüret, AKP’nin sermayeyi 13 yıldır alıştırdığı yatırım iklimini ortaya koymak bakımından da oldukça çarpıcı.
Ancak tartışmanın en ibret verici tarafı ise asgari ücret zammının kimi AKP sözcüsü tarafından işverene gönül koymak için kullanılması. “7 Haziran seçimlerinden önce muhalefet zam vadettiğinde sesiniz çıkmamıştı,şimdi bedeline katlanın” diyorlar.
Bu açıklama, kendini “sosyal devletin mimarı” sayan AKP iktidarının sosyal adaletten gerçekte ne anladığını göstermesi bakımından oldukça önemli. İşçilerin yaşam hakkının nasıl bir “istisna” haline dönüştürüldüğünü fark edebilmemiz açısından da.
İş cinayetine kurban edilmeyen işçiler için patrona ödül veren iktidar, bu kezse beklediği siyasi desteği bulamadığı için cezalandırıyor. Ve her iki durumda da yapılan pazarlık, işçilerin yaşam hakkı üzerinden sürdürülüyor.
16. 11. 2015 – EVRENSEL