YEŞİM NUMAN: VELİ SAÇILIK: ’12 YAŞINDAKİ NİHAT KAZANHAN’I TOPRAĞA VERİRKEN ‘BENİM KOLUM KOPTU’ DEMEK UTANDIRIYOR İNSANI’ (09. 11. 2015)

205

Devlet terörü AKP iktidarının üzerine eldiven gibi otursa da, geçmişi çok eskilere dayanıyor elbette. Zalimlerin değişse bile zulmün baki kaldığı bu çürümüş sistemde, bugüne kadar iktidara gelen her parti, ister sağ olsun ister sol, bir devlet geleneği olan orantısız şiddeti hiç vakit kaybetmeden benimseyip uygulamaya koydu. 28 Şubat sonrasında kurulan DSP-ANAP-MHP koalisyonunun başbakanı ‘Karaoğlan’ Bülent Ecevit de bu kaideye istisna olmayı beceremeyenlerden.
19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde eşzamanlı olarak yapılan, adıyla tezat Hayata Dönüş operasyonunun emrini bizzat Ecevit verdi. F Tipi hücre sistemi ve ve tecrit uygulamasını dayatmak için yapılan katliamlar zincirinin “provası” Ulucanlar ve Burdur Cezaevlerinde yapıldı.
Ulucanlar’da 10 tutuklu ve hükümlünün öldürüldüğü, yüzden fazlasının yaralandığı korkunç saldırının şoku henüz atlatılmamıştı ki, benzer bir vahşet bu kez Burdur Cezaevi’nde yaşandı. 5 Temmuz 2000 sabahı, cezaevinin çatısında konuşlanan 415 jandarma, özel birlik ve komando, toplam 61 tutuklu ve hükümlüye sis bombası, göz yaşartıcı bomba ve sinir gazı ile saldırdı. Tutuklu ve hükümlüler içerilere doğru kaçmaya başladıkça, saldırı birimleri hazırladıkları gazlı bezlerle koğuşlardaki eşyaları ateşe verdiler. Ulaştıkları tutuklu ve hükümlülere, özellikle kafa, böbrek ve kaburga bölgelerini hedef alarak, cop, çengel ve demir kazıklarla saldırdıkları, bazı hükümlü ve tutukluları ikinci kattaki koğuşlardan aşağı attıkları, kadın tutuklu ve hükümlülere taciz ve tecavüzle işkence ettikleri raporlarda yer aldı. Saldırı sırasında, koğuşların duvarlarını yıkmak üzere dozer ve kepçeler kullanıldı. İşte o kepçelerden biri, duman ve gazdan boğulmamak için, duvardaki delikten nefes almaya çalışan Veli Saçılık’ın kolunu kopardı.
1 Mayıs’a katılmak ve 8 Mart Kadınlar Günü’nde bildiri dağıtmak “suç”larından tutuklanan ve hüküm giyen Veli Saçılık, Hayata Dönüş dehşetinden üç gün sonra, “Rahşan Affı”yla cezaevinden çıktı. Cezasının bitmesine beş ay kalmıştı zaten. AB uyum yasaları nedeniyle Ceza Kanunu’nda değişiklik olunca Ankara 2 No’lu DGM’ye dilekçe verdi, mahkum edildiği suçun suç olmaktan çıkması gerekçesiyle tekrar yargılanma talep etti ve beraat etti. Hayata tek elle sımsıkı sarılan Saçılık, eğitimini tamamladı, işe girdi, görmek istediği pek çok ülkeyi gezip gördü, evlendi, dünya tatlısı Feraye’si oldu. Geçen 15 sene içinde, her şeye rağmen, kendi deyimiyle “mutlu olmayı seçerek” yaşadı Veli Saçılık. Ama devlet bu… Bırakır mı? Bir kez geçirdi mi etine dişlerini, kolunu da koparsa doymaz. Doymuyor. 15 senedir açılan davanın haddi hesabı yok. Hele bir duvar davası var ki, tam delirmelik. Dozerlerle yıktıkları duvarın, harabeye çevirdikleri hapishanenin hasarını, faiziyle ödetmeye çalışıyorlar Veli’ye ve diğer 60 kişiye.
Adeta başına gelenlerle dalga geçer gibi, pek çok insanı cinnetin eşiğine getirecek 15 senelik süreci ti’ye alır gibi protez kolunu sağlam eline alıp poz veren bu muzip bakışlı adamı, pek çoğunuz gibi ben de, devletin dozeriyle kopartılan ve sonrasında bir köpeğin ağzında bulunan kolunun hikayesiyle tanıdım. Bitmek tükenmek bilmeyen davaların haberlerini takip ederken, mahkeme salonları dışındaki Veli Saçılık hakkında medyaya yansıyandan fazla bir bilgim olmadı. Ta ki birkaç gün öncesine kadar.
Geçtiğimiz hafta, AİHM kararına rağmen devletten aldığı tazminatı faiziyle geri ödemesi için evine haciz mektubu yollanınca tekrar haberlerde yer aldı Saçılık. Hayata Dönüş’ün 15. yıldönümü de yaklaştığından, konuşmak istedim kendisiyle. İncelik gösterdi, kabul etti, sağ olsun. Yazıştık, konuştuk, söyleştik. Hukuki süreci, açlık grevlerini, Burdur’u, Hayata Dönüş’ü ve hayatın kendisini konuştuk. Bir de tabii, sağ yanında sızlayan boşluğun müsebbibi, devlet denen canavarı.
Sesi gülen insanlar vardır hani… Sesinin doğal tınısında içten bir gülümsemenin sıcaklığı olan insanlar. Sıradan bir konuşmada bile hissedilen, yanlış numarayı aramış olsa da “dur, kapatma hemen, azıcık sohbet edelim” deme isteği uyandıran bu sıcaklık, ancak yüreğiyle gülen insanların sesinde vardır. Veli Saçılık’ın gülüşünü canlı görmedim hiç. Ama gözleri çizgileşerek güldüğü onlarca fotoğrafını görmemiş olsaydım da, sesinden anlardım yüreğiyle güldüğünü.
Ben büyük keyif aldım Veli’yi tanımaktan. Bu arada, tam söyleşi bitti derken, tazminatın faiziyle geri alınması kararının iptal haberi geldi. Hem söyleşiyi güncelledik, hem de sevindik –”duvar”a kadar.
Mahkemeler, beraatler, tazminatlar, bozulan kararlarla geçen 15 sene… Kısaca yasal süreçte neler olduğunu ve son olarak gelinen aşamayı anlatır mısınız?
1995 yılında Ankara’da 1 Mayıs’a katılmak ve 8 Mart’ta bildiri dağıtmak “suçu” nedeniyle gözaltına alındım ve tutuklandım. Kısa süre sonra tahliye edildim. Aynı dava sonucunda ceza aldım, 1998 sonunda cezaevine konuldum. Ulucanlar Cezaevi’nden Burdur Cezaevi’ne nakledildim. 5 Temmuz 2000 tarihinde uyduruk gerekçelerle düzenlenen operasyonda koğuşa giren dozer tarafından sağ kolum koparıldı. Sonra Isparta Hastanesi’ne sevk edildim. Kopan kolum çöpe atılmış sonrasında bir köpeğin ağzında bulunmuş. Kolumu kopartan dozer şoförü, “güvenlik güçlerinin talimatıyla hareket ettiği” için beraat etti. Dava açtım 150 bin TL tazminat kazandım. Daha sonra Danıştay, “kolunun kopması kendi kusurudur” diyerek kararı bozdu ve AİHM’nin “tazminat geri alınamaz” kararına rağmen, ödenen tazminatı faiz ve mahkeme masraflarıyla birlikte 500 bin TL olarak geri istedi. Geçtiğimiz hafta evime bu yüzden haciz mektubu geldi. Adalet Bakanlığı devreye girerek tazminatın geri istenmesini durdurdu ve “feragat işlemi” talep etti. Şimdi sırada “duvar” davası var. Saldırı sırasında yıktıkları duvarın parasını faiziyle bize ödetmek istiyorlar. Oradan 200 bin TL bize ceza çıkacak gibi görünüyor.
Aleyhinize bir karar çıkarsa ne olacak? Bir üst itiraz aşaması var mı?
Burdur Asliye Hukuk Mahkemesi AİHM kararına rağmen aleyhte sonuçlandırdı. Şu an Yargıtay’da. AİHM en son aşama. Anayasa Mahkemesi ve sonra AİHM kalıyor geriye ama bu süreç icrayı kesmiyor. Belki Yargıtay bozar.
Ulucanlar’da başlayıp Burdur Cezaevi’yle devam eden tutuklu ve hükümlülere yönelik saldırılar, Hayata Dönüş’ün ön hazırlığı mıydı? Siz tutuklular olarak o dönemi nasıl takip ediyordunuz? öngörüleriniz ne yöndeydi?
MGK’da hazırlanmış olan plan doğrultusunda Ulucanlar ile başladı, Burdur ile test edildi, 19 Aralık büyük katliamı ile F Tipi hücre sistemine geçiş sağlandı. Biz içeride, direnmek dışında bir alternatifimizin olmadığını görüyorduk. Zamanın hükümeti yalanı meslek edinerek her türlü propaganda yöntemini kullandı. Hikmet Sami Türk “örgüt baskısıyla direniyorlar” demişti, ama hücrelerde direniş yıllarca sürdü ve sürüyor.
Açlık grevleri ve ölüm oruçları sürerken, ufak tefek bazı konular dışında yönetimle anlaşma sağlandığı halde, bazı tutukluların bağlı oldukları örgütlerden direnişe devam etme talimatı aldıkları, bu durumun da devletin eline, orantısız şiddet kullanması için bahane verdiği yolunda iddialar ortaya atıldı. Bu iddialarda doğruluk payı var mıydı?
Bu tür iddialar MGK ve dönemin hükümeti tarafından el altından piyasaya sürülüyordu. Sanki ortada bir anlaşma varmış ama örgüt liderleri engel oluyormuş gibi lanse ettiler. Ben devletin yalancılığını deneyimle öğrendim. Benden “Beni arkadaşlarım dozerin önüne itti” yönünde ifade almaya çalıştılar. Devletin tek derdi vardı, o da F Tipini açmak. Anlaşma denilen süreç F Tipi inşaatlarının tamamlanma sürecidir.
Açlık grevleri döneminde, güvenlik güçlerine karşı yapılan silahlı eylemlerin yasa dışı örgütler tarafından “ölüm orucu direnişçilerine destek” adına üstlenilmesinin, tutuklu ve hükümlülerin haklı direnişini şiddetle ilintilendirerek, zaten sınırlı olan toplumsal desteğin daha da azalmasına neden olduğu yönünde eleştiriler yapıldı. Siz bu eleştirilere katılıyor musunuz? Sizce direniş neden yeterince destek bulmadı?
Direnişin destek bulmadığı fikrinde değilim. Burdur Cezaevi olayı sonrası iyi bir kamuoyu oluştu. Toplumsal eylemler yaygındı. Şiddet deyince devletin eline kimse su dökemez. Şiddet 16 yaşındaki özkan Tekin’in sokak ortasında polis tarafından katledilmesiyle başladı. Ulucanlar Cezaevi’nde yaşanan vahşet fotoğraflarına bakarsak şiddeti kimin başlattığını daha iyi anlarız. F Tipi’ne geçiş kararı alan devletin kitle hareketini ezmesi ile süreç tamamlandı. İçeride ölüm Orucu dört yıl sürdü. Ben tarih önünde bu direnişi kazandığımız fikrindeyim. Zulüm büyük oldu ama açlığı yenerek tarihe iz bıraktı devrimciler.
Aradan 15 sene geçtikten sonra, bugün geldiğiniz noktada, bir eylem biçimi olarak açlık grevine bakışınız nasıl? Bu eylemin toplum ve devlet nezdinde Türkiye’deki karşılığı, diğer ülkelerdekinden farklı mı?
Aç kalmaktan hiç hoşlanmam, kimseye de tavsiye etmem; ancak mesele aç kalmak değil, zulüm karşısında sadece bedeninle direnmektir. ölüm orucu tarih boyunca pasif direniş biçimi olarak uygulanmıştır; bugünden sonra da, temenni etmem ama uygulanmaya devam edecektir. Bundan iki yıl önce Kürt siyasi tutukluların başlattığı açlık grevi bu yöntemin uygulanmaya devam ettiğinin kanıtıdır.
2000 senesinden 2015’e gelindiğinde, Türkiye’de devletin işleyişini ve toplumun tepkiselliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha somut bir şekilde sormak gerekirse, bugün cezaevlerinde, mesela 1000 kadar KCK tutuklu ya da hükümlüsü açlık grevine başlasa, sizce bunun sonucunda Hayata Dönüş benzeri bir operasyon olabilir mi? Böyle bir durumda bugünkü Türkiye toplumunun tepkisi, 2000 senesinden farklı olur mu?
Dün ve bugün olarak bakarsak devletin hak hukuk arayanlara karşı refleksinde herhangi bir değişiklik göremiyorum. Zulmedilen kişiler ya da çevreler değişse de, devlet aşağı yukarı mahkemesiyle, cezaeviyle, kolluk kuvvetiyle aynı zalimane yöntemlere başvurmaya devam ediyor. Bunu Kürt illerinde sokak ortasında öldürülen çocuklarda görüyoruz. Suruç ve Ankara katliamlarında insanlara gaz atarken görüyoruz. Hasta tutuklulara karşı tutumunda görüyoruz. Halen F Tipi cezaevlerinde işkence ve kötü muamelede görüyoruz. Kısacası 2000’den 2015’e değişen toplumsal mücadele türleri olmuşsa da, katliamda, baskıda, işkencede ve devletin tutumunda bir değişiklik yoktur. Aksine devlet daha yekpare biçimde eski yöntemlerine devam etmektedir. Cezaevlerinde 19 Aralık genişliğinde bir operasyon değil, ama zamana yayılmış işkence devam etmektedir. KCK tutukluları da bu işkenceyi yaşıyorlar.
Neredeyse çocuk denecek kadar genç yaşta kolunuzu kaybettiniz. Bir yandan en işlevsel uzuvlarınızdan biri olmadan yaşamayı öğrenirken, bir yandan bitmek bilmeyen davalarla, insanı isyan ettirecek kararlarla mücadele ettiniz. Ve bütün bunlar olurken, eğitiminizi tamamladınız, çalışmaya başladınız, evlenip çocuk sahibi oldunuz. Bir de kitap yazdınız, “Kelepçe”. Umudun biteyazdığı oldu mu hiç? Bireysel direnişinizi yılmadan nasıl sürdürüyorsunuz bunca yıldır?
İnsanın sağ kolunu kaybetmesi büyük bir acıdır fakat onlarca insan öldürülüyorsa her an, daha da beteri çocuklar öldürülüyorsa, kopan bir kol acı olmaktan çıkıyor gündemden. Polis kurşunuyla öldürülen Nihat Kazanhan gibi daha on iki yaşında çocuğu toprağa verirken “benim kolum koptu” demek utandırıyor insanı. Benim anlatmak istediğim şey yaşadığım acı değil. Zaten her gün bir çok acıya şahit oluyoruz. İstemeden anlattıklarımız korkunun iktidarına su taşıyabiliyor. İşte bu nedenle “acılara tiryaki” olmak değil, o acıları yaşatanlarla hesaplaşmak gerek. “Kelepçe” adlı kitabımda bunları anlatmaya çalıştım. Toplamında hukuken kaybedilmiş davalarda nasıl kazandığımızı, zalimin yakasından tutup bırakmamayı… Zalimin hukuksuzluğu ile birlikte akılsızlığını anlattım. Direnci, sıradan insanların destansı direncini anlattım. MGK, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz, Hikmet Sami Türk, Ali Suat Ertosun ve benzerlerinin sağ – sol demeden cinayete nasıl ortak olduklarını. Burdur Cezaevi olayı sistemin hukuk başta olmak üzere kokuşmuşluğunun maddi kanıtı olarak ortada duruyor.
Küçük bir kızınız var, Feraye. Birkaç sene önce bir söyleşide, ona Gargamel’in kim olduğunu anlatamadığınızı söylemişsiniz. Biraz daha büyüyüp, daha çok sormaya başladıkça, yaşadıklarınızı ona nasıl anlatacaksınız?
Feraye yaşamımızı gözlemleyerek kendi cevaplarını buluyor zaten, biz sadece daha iyi kavrayacağı bir yaşa geldiğinde gerekli boşlukları dolduracağız. kckp align=ct
kckp align=ct09. 11. 2015 – JİYAN. ORGkck/bodybykrnkck/htmlbyk