KORKUT BORATAV: DÜNYA EKONOMİSİ KRİZ ARİFESİNDE Mİ’ (16. 10. 2015)

201

IMF, Ekim 2015 tarihli iki rapor yayımladı:
Dünya Ekonomik Görünümü
ve
Küresel Finansal İstikrar Raporu…
Bu yazıda birincisine
Ekonomik Rapor,
ikincisine
Finansal Rapor
diyelim.
Dünya ekonomisinin en kapsamlı verileri IMF’dedir; en azından bu nedenle bu raporlar ciddiye alınmalıdır. Bu kuruluşun emperyalist ideolojinin önde gelen inşacılarından biri olduğunu ve bu dünya görüşünü politika önerileri ile hayata taşıdığını da biliyoruz.
Sözü geçen raporları da bu ayrımı dikkate alarak süzgeçten geçirmek gerekir. Ben de öyle yapacağım.
Ekonomik Rapor,
Daha Düşük Hammadde Fiyatlarına Uyum Sağlamak
alt-başlığını taşıyor. Finansal Rapor’un alt başlığı ise
Yükselen Ekonomilere Kayan Riskler
ifadesini içeriyor. Bu riskler, “Kırılganlıklar, Geçmişin Mirası ve Politika Sorunları”
ile bağlantılıdır.
Başlıktan da anlaşılacağı gibi, bu rapor, “yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler” üzerinde odaklanmaktadır. Bu çapraşık kategoriyi “çevre ekonomileri” diye değiştirelim.
Raporları gözden geçirelim; ama Türkiye’yi de ilgilendiren birkaç tema ile sınırlı kalarak…
***
Ekonomik Rapor, dünya ekonomisinin görünümünü şöyle özetliyor: Metropol ekonomilerinde canlanma vardır, ama pek cılızdır. Olumsuz etkenlerin başında yatırımlarda ve emek veriminde düşme yer alıyor.
çevrede yer alan ham madde ihracatçıları, fiyatların düşmesi nedeniyle durgunluğa sürüklenmiştir. çin’deki yavaşlama herkesi olumsuz etkilemektedir. Diğer çevre ekonomileri ise FED’in faiz kararını endişeyle beklemektedir. Bu olasılık çevreye dönük dış kaynak akımlarını peşinen yavaşlatmaktadır.
Sonuçta, dünya ekonomisinin 2015’te büyüme oranı öngörüsü 0,2 puan aşağı çekilerek yüzde 3,1 olarak düzeltilmiştir. Rapor, bu durgunlaşmanın bölgelere ve tek tek ülkelere yansımasının ve diğer göstergelerin dökümünü yapıyor. örneğin Türkiye için 2015 öngörüleri, büyümede %3, enflasyonda %7,4, cari açığın milli gelire oranında ise %4,5’tir. 2016 öngörülerine göre büyüme oranı %2,9’a, enflasyon %7’ye düşecek; cari açık oranı ise %4,7’ye yükselecektir.
***
Bunlar, verilerden, olgulardan türetilen betimlemeler, öngörülerdir. Temel nedenlere gidiliyor mu? örneğin metropolün kısa dönemle sınırlı olmayan bir durgunluğa sürüklenmiş olduğu anlaşılıyor. Ama niçin?
Ekonomik Rapor’da Maurice Obstfeld bu soruya kısa bir giriş yapıyor; ama “kaçak güreşiyor”. “Potansiyel hasılada uzun dönemli düşme,…
toplam talepteki düşüklüğün yatırımları caydırması ile”
açıklanıyor (s. xiii).
Peki, “toplam talepteki düşüklüğe”, 2008 krizi sonrasında IMF’nin de rehberliği altında oluşan politikalar katkı yapmadı mı? Metropol politikalarının temel önceliği, talep genişletici yöntemler yerine finans kapitalin kurtarılması olmadı mı?
Bu politikaların özet formülünü hatırlatalım:
Katı bütçe disiplini (kamu maliyesinde kemer sıkma) + bol kepçe (astronomik) parasal genişleme…
Kriz, şirketlerin ve bireylerin (hane halkının) borç batağına sürüklenmesi; borçları ödeme çabalarının öne çıkması demektir. Bu çabalar içinde başlatılan parasal genişleme reel sektör kredilerine, sermaye birikimine değil, kâğıttan varlıklara, paradan para kazanmaya, spekülasyona aktı. Üretim ve ücretler durgunluk içinde seyrederken borsalar coştu; hazine bonolarına para bağlamış rantiyeler ihya oldu.
IMF, politika önermelerinde bu yöntemleri ısrarla savundu. örneğin Avro Krizi’nin yönetiminde sert ve insafsız kemer sıkma reçetelerinin oluşmasına doğrudan katkı yaptı; Almanya ile birlikte bunların uygulayıcısı oldu.
***
çevre ekonomilerine odaklanan Finansal Rapor konuya şu ifadelerle giriyor: “Borçlanmaya dayalı büyümede küresel oyuncular, etkenler, gevşek politikalar önemli rol oynadı. Yükselen piyasa ekonomilerinin birçoğu, küresel krizin en kötü etkilerini aşabilmek için hızlı ve dövizle kredi genişlemesine; kur risklerinin tırmanmasına”
sürüklendi. Şimdi de
“FED’in faizleri yükseltmeye yönelmesi, küresel finansal sistemde benzeri görülmemiş bir ayarlanmaya yol açacak; yükselen ülke bankaları ve şirketleri, finansal gerilimlerden, ekonomik daralmadan
ve sermaye çıkışlarından fazlasıyla etkilenecektir. “

(ss. x-xii)
Raporda, çevredeki kırılganlığın kökeninde gösterilen “küresel oyuncular, etkenler, gevşek politikalar”, aslında Batı’da izlenen ve yukarıda değindiğim politikaların ta kendisidir: 2009’un ikinci yarısından itibaren metropoldeki astronomik parasal genişlemenin New York, Frankfurt borsaları ve ABD hazine bonoları ile yetinmesi mümkün müydü? Finans kapitalin risk iştahı coştukça ve hayat tarzları “kupon keserek yaşamak” olan rantiyeler var oldukça, çevre ekonomilerinin finans piyasalarına
dolar ve avro (sıcak para) akımları elbette dört nala tırmanacaktı.
Güncel soru şudur: FED hamlesi nedeniyle faizlerin ve doların yükselmesi, dövizle borçlanmış şirketlerde ve onlara kredi taşıyan bankalarda zincirleme çöküntülere yol açar mı?
Finansal Rapor, yanıta, büyük çevre ülkelerini kapsayan kırılganlık göstergeleri ile giriş yapıyor: Son yıllarda kredilerin milli gelire oranı, geçmiş ortalamaları ne kadar aşmıştır? On üç ülkelik bir karşılaştırmada Türkiye üçüncü sırada yer almaktadır. (s. 9-10, Şekil 1. 7)
Şirketlerin toplam borçlarında dövizli kredilerin oranı yüksek midir? Gösterge önemlidir; zira, kredi faizleri ve döviz fiyatları artınca batık krediler de yükselecektir. Türkiye on üç ülke içinde beşinci sıradadır (s. 12, Şekil 1. 9).
Bir öncekiyle bağlantılı iki soru: Kredilerin mevduata oranı artmakta mıdır? Farklı bir ifadeyle, bankalar dışarıdan borçlanarak şirketlere döviz kredisi mi aktarmaktadır? Soru önemlidir; zira döviz borçlusu şirketlerin batması, önce yerli, sonra da yabancı bankalara taşınabilecektir. Türkiye’de bu oran 2007-Mayıs 2015 arasında %83’ten % 124’e tırmanmış, böylece çevre ekonomileri ortalamasını fazlasıyla aşmıştır (s. 15, Şekil 1. 13). Banka kredileri içinde yüksek risklilerin oranı artmakta mıdır? On beş çevre ülkesi içinde Türkiye en kötü konumdadır. (s. 13, Şekil 1. 10).
***
Ne var ki, Finansal Rapor’un “artan kırılganlık” saptamalarının ardında da IMF’nin belirleyici katkısı var. Zira, aynı yıllarda çevre ekonomilerinde IMF’nin reçetesi, özetle, “serbest sermaye hareketleri, enflasyon hedeflemesi ve bütçe disiplini” öğelerinden oluştu. Bu üçlü reçetenin zorunlu sonucu,
yüksek faiz, ucuz döviz
olur.
İki uzantısı var: İlk olarak, çevre ülkelerinde “yerli parayla yüksek faiz veren kâğıtlara” yönelen metropol rantiyeleri dövizin de ucuzlaması halinde yüksek arbitraj getirileri elde ederler. örneğin Türkiye’de hazine bonolarına para bağlayan yabancı rantiyeler 2003, 2007 ve 2012’de dolar üzerinden (aynı sırayla) yüzde 52, 44 ve 16 oranında getiri sağlamışlardı. İkinci olarak yerli parayla yüksek kredi faizlerinden kaçan yerli şirketler (bankaları da araya sokarak) olabildiğince dolarla borçlanırlar.
Bu tür kırılganlıklar geçmişte çevre ekonomilerinde sert krizlere dönüşmüştü. Hatırlatayım: 1980 sonrasında Latin Amerika’daki borç krizi, 1998-2002’de Doğu Asya’da patlak verip diğer çevre ekonomilerine yayılan finansal krizler, 1994, 1999, 2001, hatta 2009’daki
Türkiye krizleri… Metropol sermayesi yüksek tempoyla çevreye taşıyor; finansal balonlaşmaya yol açıyor; ekonomileri canlandırıyor. Zamanla devran değişiyor; finans kapital farklı nedenlerle kredileri ve sıcak parayı geriye çekiyor; çevrede bunalımlara yol açıyor. Son beş yıl boyunca da finans kapital çevre ekonomilerine astronomik tempolarla aktı. 2010-2014’te Türkiye’ye giren yabancı sermaye 300 milyar dolar civarındadır; dolarlı milli gelir toplamının yüzde 8’ine yakındır. “Geriye dönüş” başlamakta mıdır? Emperyalist
sistemin çevresinde patlak veren, o coğrafyalarda kalan krizler yeniden gündemde midir? Yoksa, metropolü de kucaklayan kapsamlı bir bunalım dalgasının arifesinde miyiz?
IMF raporları bu soruları dolaylı biçimde gündeme getiriyor. Yanıtlamaya kalkışmıyor. kckp align=ct16. 10. 2015 – SENDİKA. ORGkck/bodybykrnkck/htmlbyk