ERK ACARER: BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ (04. 10. 2015)

198

Bakalım, Aspendos’un mutfak mermeri basamakları ilk facia mıymış? Restorasyon konusunda sınırları zorlayan başka ‘tasarımlar’ da var mıymış? Lafı biraz dolandırıp kentte de biraz dolanıyoruz…
Aspendos Tapınağı’nın merdivenlerinin mutfak mermeriyle kaplanması geçen haftanın en çok konuşulan konularındandı.
Mevzunun en alevli yerinde; Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan açıklama geldi: “üzülmeyin nasıl olsa 2 bin yıl sonra normale dönecek! Akabinde, hadiseyi ortaya çıkaran arkeolog sürüldü.
Bu gelişmeler üzerine gönül, Bakanlığa samimi bir mektup yazıp kontraya çıkmak istedi…
“Sayın Bakanlık, mektubu bir şişeye koyduk. İşbu ‘mermer’ denilen şey, en çok oradan çıktığı için bir adaya da namını verdi: ‘Mermera Adası. ‘ Ada zamanla Marmara’ya döndü. Onu çevreleyen su da aynı adla anılıyor. Şişeyi, işte ‘o denize’ bırakıyoruz. Biz, 2 bin yıl bekleriz. Siz de beklerseniz… Umutsuzluğa kapılmayın. Topografya, coğrafya zamanla değişebilir. Birtakım eleştirilerimizin olduğu mektubun, Marmara üzerinden Ankara’ya ulaşma olasılığı bulunmaktadır!”
Gerek yok!
Velakin, söz konusu zihniyetin, 2 bin yıl sonra bile değişmeyeceğine karar vererek, bu manasız işten vazgeçtik. İşimize döndük; anlayana yazıyoruz. Bakalım, Aspendos’un mutfak mermeri basamakları ilk facia mıymış? Restorasyon konusunda sınırları zorlayan ‘tasarımlar’ da var mıymış? Lafı biraz dolandırıp kentte de biraz dolanıyoruz…
Hani yedi tepeliydi
bu şehir?

Yedi tepeli şehir… Dahası da var ama… İstanbul’da tepeler saymakla bitmiyor! Tepelere çıkıp tepelerden iniyoruz. Dikilitaş, şehrin yüksek yerlerinden biri! Beşiktaş, çarşı içinden başlayan Ihlamur yolu, dere yatağı üzerinde bir yılan gibi kıvrılıyor. Yolun sonu yine adı ‘Ihlamur’ olan bir kasırla son buluyor. Tam bu noktada yol üçe ayrılıyor. Sağ taraf Yıldız’a, sol taraf Fulya’ya ortadaki yol ise Dikilitaş’a çıkıyor.
O taş oraya dikilecek!
Dikilitaş’ın bu ismi, Sultan II. Mahmut döneminden geliyor. Onun elindeki ‘tüfenkle’ 1115 adımda bir deve kuşu yumurtası vurduğu yere, yaklaşık 5 metre yüksekliğinde bir taş dikiliyor. Semt var, taş da bulununca, oluyor Dikilitaş!
Günümüzde küçük bir mahalle arasında kalan bu taş, kocaman apartmanların arasından fotoğraf vermeye çalışıyor ancak ne boyu, ne posu ne de yüzü görünüyor!
ok yakın bir geçmişte dutluk olarak bilinen, tenekeden yapılma evlerin olduğu mahalleleriyle ünlü semt, “vakti zamanında dedemgiller şuradan bir arazi çevirseydi” kavlinden muhabbetlere konu yerlerden. Şimdi ise kentin kalburüstü mekânlarından!
Açıkçası, “Eskiden bir sünnet düğünü ya da kına gecesi olduğunda, Beşiktaş’tan buraya kablolarla elektrik çekerdik” diyen eski semt sakinleri baş döndürücü değişime hayret ediyorlar.
çok dolaştık yine
aşağılara inelim

Dikilitaş’ın sınırlarından birini Fulya Mahallesi oluşturuyor. Bir dere yatağında kurulduğu için deprem açısından ‘çok riskli’ bir bölge olarak bilinen Fulya’da, Beşiktaş Kulübü’nün şu anda atıl durumda olan bir bölüm tesisi de bulunuyor. Şimdi kimse pek dikkat etmese de Bardakçı Baba Türbesi de mahallenin alâmetifarikalarından biri olarak biliniyor. Caddenin hemen kenarındaki türbe hakkında pek çok şehir efsanesi de var.

LannnBirkaç kez yerinden kaldırılmak istendiği ancak her seferinde, işçilerin kazma küreklerinin kırıldığı, bu konuda inat edenlerin ise muhakkak başlarına bir bela geldiği eski söylentiler arasında. Türbeyi sayıları azalsa bile, eskiden beri dert ve dilek sahibi ziyaretçiler de bir umut kapısı olarak görüyorlar.
Bardakçı Baba Türbesi’yle ilgili çok ilginç iddialar da bulunuyor. Milliyet gazetesinden Serhat Oğuz’un yıllar önce, Marmara Diş Hekimliği Yüksek Okulu’ndan mezun olan H. D. ile yaptığı röportajı aynen aktarıyoruz:
“Şimdi spor tesislerinin bulunduğu, ağaçlık, koruluk alana bir masa koyup ders çalışıyorduk. Masada sürekli bardaklarımız duruyordu. Espri olsun diye bir tahtaya, ‘Bardakçı Baba Türbesi’ yazıp oraya astık. Ders çalıştığımız kafatasını da oraya koyduk. 1970’li yılların sonunda yol çalışması yapılırken, işçiler yazıyı ve buldukları kafatasını yolun karşı tarafına yerleştirmiş. Zamanla etrafı çevrilmiş ve türbe haline gelmiş. Orayı kazsalar hiçbir şey çıkmaz. Belki benim plastikten damak ve diş yaptığım kafatası çıkabilir. Onun dışında böyle bir türbe yok!”
İstanbul Türbeler Müdürlüğü yetkilileri de Bardakçı Baba’ya ilgili hiçbir kayıt olmadığını belirtirlerken, kesin bir şey söylemek için belediye ve arkeologların mezarı açması gerektiğini ifade ediyorlar.
Kapitalizmin
inançla imtihanı

Türbenin hemen yanı başında yaklaşık 10 yıl önce yapılan çok katlı bir plaza bulunuyor. Ana fikir de bu plaza çerçevesinde şekilleniyor. Plaza inşaatı boyunca, türbeye dokunulmadığı gibi onun restorasyonu da yapılıyor. Türbe, yeniden düzenlenip adeta bir sanat eserine dönüştürülüyor. 35 milyon dolara mal olan plaza önündeki türbe de inşaata dahil ediliyor. Sonuç… ‘şaibeli eren’, geceleri hafifçe aydınlatılan bir camekân içerisinde ‘Pamuk Prenses’ gibi yatıyor!
Mahmut’la başladık…
Kimdir bu sultan? Elbette II. Mahmut’un Bardakçı Baba Türbesi’yle uzaktan yakından ilgisi yok. Ne var ki ona ayrı bir parantez açmak konuyu başka taraflardan biraz daha pekiştiriyor. II. Mahmut döneminde pek çok kişi evliya mertebesine yükseltilip adlarına türbe yapılıyor. Osmanlı’da, mevcut türbelerin en çok onarıldığı dönemlerden biri de onunki oluyor. Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp kıyafet nizamını getiren sultanın adı, yaptığı yenilikler nedeniyle ‘Gâvur Padişah’a çıkar! Bu dönemde evliya sayısının çoğalıp türbelerin yenilenmesi, sultanın bu imajından kurtulma çabasında gizlidir!
04. 10. 2015 – BİRGÜN