ERGİN YILDIZOĞLU: AKP REJİMİ ÜZERİNE İKİ SAPTAMA, İKİ NOT (17. 09. 2015)

213

Geçen günlerde karşılaştığım iki saptama, AKP rejiminin özellikleri üzerinde, bazı yanıltıcı varsayımlardan kurtularak daha sağlıklı düşünmeye yardımcı olacak nitelikteydi.

Can Dündar, Hamburg’da
“Türkiye’de basın özgürlüğü”
konulu bir toplantıda konuşurken
“12 Eylül döneminde de, söylediğim gibi gazetecilik yaptım. O zaman gazeteler toplatıldı, o zaman da gazeteciler tutuklandı. Ama ben bu çapta bir baskıyı 12 Eylül’de bile
hissetmedim
demiş.

Bu saptamada anahtar sözcük, bence,
“hissetmedim”: Askeri rejimin disiplin, cezalandırma yöntem ve teknolojileri, bugünkü AKP rejimininkinden daha doğrudan ve şiddetli olabilir. Ancak bugün
baskısı daha çok hissedilen bir rejim
var.

Can Dündar konuşmasında iki noktayı vurguluyor: Birincisi, askeri rejim,
kalıcılık iddiasında
olmayan, bir baskı rejimidir -bir iki yılda gider-. İkincisi, yasaklarını açıkça ortaya koyar, uymayanları cezalandırır. Bugünkü baskı rejimi 13 yılda,
“pasif devrim”, “moleküler dönüşüm”
kavramlarıyla ifade edilebilecek bir süreç içinde devletin, toplumun dokusuna
sızarak
yerleşmiştir;
kalıcı olmak
iddiasındadır. İkincisi, bugünkü rejim
keyfidir, baskısını bu zeminde arttırmaktadır.

Diğer taraftan 12 Eylül Askeri diktatörlüğü hem kendi
olağanüstülüğünü, geçiciliğini
“tanıyan”
bir rejimdi hem de, AKP rejimi ile arasında, baskının bugünkü kadar daha ağır hissedilmemesine yol açan
“yapısal”
farklar vardı.

12 Eylül askeri rejimi,
meşruiyetini
kendi
“kılıcının”
gücünden, yerli ve uluslararası egemen sınıfların desteğinden alıyordu; halkın aktif desteği değil, pasif kabulü yeterliydi; bu anlamda askeri rejim toplumun (sivil toplumun) içinde değil üzerinde örgütlüydü. Etkisi, toplumun dokusuna, günlük yaşamına göre
yüzeyseldi. İdeolojisi, toplumun genel çıkarını, koruma kollama savından besleniyordu.

AKP rejimi,
siyasal İslam hareketinin
karmaşık, toplumun dokularına sızmış bir baskıyı üretebilen,
fiziki, daha önemlisi simgesel şiddeti, günlük yaşamın mikro süreçlerinde harekete geçirebilen örgütlenmesine dayanıyor. Bu rejim hem özgün bir toplumsal tabana sahiptir hem de bu toplumsal taban bir, dini (Sünni)
“hakikat rejiminin”, bu rejimle beslenen bir
liderlik kültünün
etkisi altındadır.

Toplumun yüzeyine var olan bir askeri rejime muhalefet bir şeydir; meşruiyetini Tanrı’dan aldığını savunan, buna inanan bir kitle tabanına dayanan bir rejime muhalefet bir başka şeydir. Ne yazık ki daha sürecin başındayken, bu gerçeği AKP’nin toplumu demokratikleştireceğine,
“Askeri vesayeti”
kıracağına inanan dostlarımıza anlatamadık!
AKP’nin sabit seçmen kitlesi

Metropoll Araştırma Şirketi Başkanı
özer Sencar, son araştırmalarının sonuçlarınıTarafsız Bölge
programında anlatırken yukarda değindiklerimle yakından ilişkili bir noktaya işaret etti.
Metropoll’ün araştırmaları, AKP’nin, yıllar boyunca
değişmeden kalabilen
bir çekirdek seçmen kitlesi olduğunu gösteriyormuş. Diğer siyasi partiler, bu kitleye ulaşamıyor, diyalog kuramıyor, tercihine nüfuz edemiyor, dolayısıyla bu kitleyi etkileyemiyorlarmış; etkileyemedikleri için de AKP’nin, tek başına hükümet kuracak konumu koruyamasa bile, bu kitle sayesinde en büyük parti olarak kalmasını, siyasi iktidarın aldığı, alacağı biçimi belirlemeye devam etmesini engelleyemiyorlarmış.

Metropoll araştırması, 13 yıllık AKP döneminde, toplumun önemli bir kesiminde güçlü
“algısal kilitler”
oluştuğunu gösteriyor. Ne yazık ki, bu
“algısal kilitler”,özellikle de belli bir
“hakikat rejiminin” (Sünni, siyasal İslamın) etkisi altındaoluştuklarından (bunları bir kimlik yapılanması olarak da düşünebiliriz), dış bir etki olmadan,
bir “travma” düzeyinde düş kırıklığı yaşamadan, kendiliklerinden çözülemezler. Henüz karar vermek için erken ama,
şehit cenazelerinin
böyle birtravmayı başlattığı
düşünülebilir.

Bu saptamalar, eğer doğruysalar, gelecek seçimlerde (kısa dönemde) AKP muhalefetinin, örneğin CHP’nin önündeki tek çıkar yolun o
“sabit seçmen kitlesini”kazanmaya çalışmak yerine, onun dışındakileri bir araya getirmeye çalışmaktan geçtiğini söylüyor.
17. 09. 2015 – CUMHURİYET