NİLGÜN CERRAHOĞLU: KAYIP AVRUPA’NIN PEŞİNDE (08. 09. 2015)

203

“Elbette Batı’da ağlayan
bakanlar, evini göçmenlere
açan politikacılar, para yardımıyapan ünlüler ya da yakın çevremde
gördüğüm kamplara gidip oradaki insanlarayardımcı olmaya çalışan iyi yürekli Avrupalı
arkadaşlarım var. . . ” diyor değerli okurumTolga Tanrıkorur
ve “Aylan” yorumlarım için şu değerlendirmeyi yapıyor: “
Ama son göç durumunu buz gibi soğuk
karşılayıp sessiz kalan ya da utanmadan
bu göçmenlerden nefret eden ciddi bir
kitle mevcut Avrupa’da -ki siz de bu
konuya(‘Göçe bakışta yüzde 81 Aylan’dan hiç etkilenmedi’ diyen
Figaro
okurları. . . Sağnak 5 Eylül, NC)
değindiniz.
Bu kitle etraflarında kara derili, siyah
gözlü ve fakir göçmen görmek istemiyor. Doğuluların Doğu’da kalmasını istiyorlar.
Uzun lafın kısası gücün hükmettiği reelpolitik durum ve davranış şekilleri yine
değişmeyecek. Doğu’nun ve kısmen deBatı’nın parçası olan Türkiye’nin kendisini
de menfi etkileyen göç ve diğer güvenliksorunlarının çözümü için Batı dünyasının
içerisinde bulunduğu son durumu reelpolitik çerçevesinde çok iyi anlaması ve
lehine kullanması gerekiyor.

Şöyle ki, sadece son göç sorunu değil
Rusya ile yaşadıkları Ukrayna krizi de
Batı’nın Doğu Avrupa çeperinin ne kadar
kırılgan olduğunu gösterdi. Batı batılılarınzannettikleri kadar Doğu’dan uzak değil.
Rus tankı, cihadist bir sapkın ya da Suriyeligöçmen Berlin’den bir adım ötede. özetle,
Avrupa ciddi bir güvenlik sorunu içerisinde.
Bu tespitten hareketle, Türkiye’nin AB
üyeliğini kuvvetlendirecek şekilde bu zafiyeti
çok iyi anlayıp lehine kullanması gerekiyor.
AB’nin parçası olup demokratikleşen ve
gelişen bir Türkiye sadece AB’ye değil aynı
zamanda Doğu’ya da selamet getirecektir. “
Ne o AB var, ne o Türkiye
Okurumuz Tanrıkorur, AB için birinci derecede önem taşıyan “göç” ve “güvenlik sorunu reel politiğinin” “Aylan
etkisi” ötesinde Türkiye’yi yeniden AB’ye yakınlaştırabileceği varsayımı içinde.
Brüksel’den müzakere tarihi aldığımız 2000’ler başında olsaydık; bu, hedefi on ikiden vuran bir tespit olabilirdi.

Ancak o zamandan bu yana, köprülerden çok su aktı. Artık farklı bir konjonktürdeyiz.
Ne -göstermelik de olsa- “Kopenhag
kriterlerini” referans belleyen o Türkiye var. Ne -göstermelik de olsa- Türkiye’ye açılan o AB!

Türkiye’nin rotasını “Osmanlılık”la Doğu’ya kırmasıyla birlikte,
“Kopenhag
Kriterleri” mazi oldu. AB geçmişe gömüldü.

Türkiye bugün Avrupalılar için artık yalnız Ortadoğu’dur.

Son yazımda da işaret ettiğim üzere “Suriye” ve “Irak”la birlikte yeniden hortlayan “Doğu sorununun” parçasıdır.

AB de 2000’ler başındaki AB değil. . .

Okurumuzun işaret ettiği “Doğu Avrupa
çeperinin kırılganlığı” meselesi, sadece “göç” ve “Ukrayna” sorunlarıyla sınırlı değil. Üstelik “Yunanistan krizi”ni de içeriyor. . .
Tarihi kriz
2015 yazı AB’nin “Yunanistan kriziyle” başladı. Ve “göç” kriziyle sona eriyor.

Yaz başında Yunan krizinin, “Brüksel’de
güç boşluğunu göz önüne serdiğini” yazmış; ufukta “herkesin herkese
karşı olduğu bir Avrupa”nın belirdiğini söylemiştim.

“Göç krizinde” de karşımıza çıkan Avrupa, gene “Batı” – “Doğu” Avrupa’nın ayrıştığı ve “gemisini kurtaranın kaptan
olduğu” bir Avrupa’dır.

O günlerde bana gene “Bu güç
zayıflaması ve politik desantralizasyon
acaba Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasında
pozitif etki yaratabilir mi?” diye yazan okurlar olmuştu.

Bu vesileyle yanıt vereyim:

“Heyhat hayır yaratmaz. çünkü
Avrupa çıpası tümüyle yitirildi. Türkiye
yüzünü 180 derece başka yöne çevirdi.
Avrupa’nın bu tarihi krizini Türkiye’nin
çıkarları doğrultusunda görebilecek,
değerlendirebilecek bir lider kadrosu da
yok üstelik. “
08. 09. 2015 – CUMHURİYET