ERK ACARER: DÜŞÜN TAŞIN YOKTUR İŞİN (30. 08. 2015)

190

Mazhar Osman’dan gelen bir geleneğin risk altında bulunması nedeniyle, eski defterleri açıyoruz. Renkli hikâyelerin tarihin yıkıntıları altında kalmamasını umuyoruz



Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi üzerine yapılması planlanan yeni sağlık kompleksi projesine tepkiler büyüyor. STK’lar hastanenin yenilenme bahanesiyle ranta kurban gideceğini söyleyerek, asabi bir tonda haykırıyorlar: “Sinirlerimizi bozmayın!”
Sağlıkçılarla, mimarların öncülük ettiği Oda ve emekçi örgütleri 3 Eylül’de hastane bahçesinde eylem yapmaya hazırlanıyor. 13 yıllık AKP iktidarının mevzu bahis rant olduğunda ne hasta ne de hastane dinlediğini biliyoruz. Mazhar Osman’dan gelen bir geleneğin risk altında bulunmasına istinaden, eski defterleri açıyoruz. İyi niyetle, renkli hikâyelerin tarihin yıkıntıları altında kalmayacağını umuyoruz. Yine de anlatmakta yarar olduğunu düşünüyoruz. İşte ‘Düşünen Adam’dan Neyzen’e, 21 Numara’lı odadan Fikret Mualla’ya küçük bir Bakırköy turu… ‘Aman’ derken, ferahlatıcı bir tonda da ekleyelim: “Aslında dışarıdaki sayımız da fena değil!”
Bakırköy’ün kapısındaki hastayı gören meraklı kendini tutamayıp “İçeride kaç kişisiniz?” diye sorar. Hasta karşılık verir, “Sen bizi bırak da, siz dışarıda kaç kişisiniz?”
Bakırköy semtinin, akıl hastanesiyle anılmasının sırrı evveliyatının Cumhuriyet tarihimiz kadar eski olmasında gizlidir. Yapılanmasına, Türkiye’deki çağdaş psikiyatrinin kurucusu olarak kabul edilen Mazhar Osman’ın öncülük ettiği bilinir.
üsküdar Toptaşı Bimarhanesi’nde sefillik içerisinde yaşayan ruh ve sinir hastaları Mazhar Osman’ı derinden etkiler. Hastane özellikle II.
Abdülhamit döneminde zıvanadan çıkmış, zincire vurma, dayak atma gibi uygulamalar alışılagelmiş bir iyileştirme biçimi sayılmıştır. Hücre kapılarında devasa Afrikalı siyahlar bekler. Doktorların dediğini kusursuz olarak uygulayanlar da onlardır. Kimi hastaların reçetesinde, “Günde üç öğün, odunla dayak atılacak” diye yazar.
Hastaların önüne bir pösteki atıp üzerindeki kılları saydırtarak, onları oyalamak da sıradan tedavi yöntemlerindendir. “Deliye pösteki saydırmak” deyimi de bu sayede dilimize yerleşir.
Mazhar Osman, sefillik içinde ‘sözüm ona’ tedavi olanların başka bir merkeze taşınmalarını sağlar. Hastalar, halkı rahatsız etmesinler diye üsküdar’dan gemilere bindirilip, Reşadiye Kışlası’na götürülürler. Kışlanın yerine bugünkü tedavi merkezi yapılır.
İlginç bir hekim


Kendisini tıp bilimine ve hastalarına adayan Mazhar Osman da gerçekte deli-dahi çizgisinin sınırlarını zorlar. Günün birinde yolu dönemin Başbakanı Adnan Menderes’le kesişir. Menderes, pek de hoşlanmadığı hekime, sözün bir yerinde, “Siz delisiniz” deyiverir. Osman ise, bu yakıştırmaya sözünü sakınmadan karşılık verir:
“önemli olan sizin bana deli demeniz değildir, ben size deli dersem bu fena olur!”
Bi Fahrettin sarsana!
Dönemin İstanbul Belediye Başkanlarından biri Fahrettin Kerim Gökay’dır. Başkan, ‘kimilerini’ anımsatacak şekilde içki ve sigaranın karşısında olan fanatik bir Yeşilaycıdır. Kısa boylu bir kişi olan Gökay, işi abartıp, meyhaneleri denetlemeye başlayınca ortaya tuhaf bir durum çıkar. O yıllarda ufak rakı ‘Fahrettin’ olarak anılır.
Gökay, aynı zamanda Mazhar Osman’ın öğrencisidir. Başkan olduğunda, kendisinden beklenen hocasını makamında ziyaret etmesidir. Ancak o ziyareti erteledikçe erteler. Kırılan Mazhar Osman, yakınında bulunanlara şunları söyler:
“Fahrettin gelmez, aldırmayın! Belki bir gün vekil olur, o zaman da gelmez. Başbakan olsa da ziyaret etmez. Ama merak etmeyin sonunda, ‘Allah oldum der’ işte o zaman zorla getirirler!”
Roden’in ‘Düşünen Adam’ heykelinin bir kopyasını bahçeye dikme fikri Mazhar Osman’dan sonraki yıllara denk düşer. İcadı çıkaran, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dır. Hastanede eli sanata yatkın bir adam yatmaktadır. Başhekim Göktulga, hastayı Roden’in eserinin bir kopyasını yapmaya ikna eder.
Askeri birliklerin de yardımıyla, Bakırköy’deki taş ocaklarından büyük bir kaya kütlesi çıkarılıp işlemesi için hastaya verilir. ‘Düşünen Adam’ın yontulmasına böylece başlanır!
Ancak hasta, heykeli bitirmeye yakın su koyar. Eserini tamamlamak için tam 40 bin lira ister. Başhekim maaşının 400 lira olduğu o günlerde böyle bir para ödemek olanaksızdır. Para ödenemeyince, heykelde ‘adamın çenesine koyduğu el’ eksik kalır. Hastane yönetimi kara kara düşünürken, başka bir hasta çıkıp heykeli tamamlayabileceğini söyler. Ancak bir şartı vardır; heykel bitince taburcu edilecektir! çaresiz kabul edilir.
Heykelin tamamlanan bölümünün bozulma riski düşünülerek, başka bir kaya parçası hastanın önüne konur. Hasta, gerçekten de kısa sürede uygun bir kol yapmayı başarır.
O hastaneden ayrılırken, heykelin açılışı yapılır…
“Ben şişeden içerim”
“Marmara denizi kadar rakı, kamyon kamyon esrar içmişimdir…”
Neyzen bir mecliste, neyi sert üfleyip çatlatınca, kendisine “Musiki ziyafeti yarım kaldı” diye içerlerler. Güler, geçer. önündeki birayı dipler ve şişesini dudaklarına götürür. Şişeyi bir ney gibi çalar, tını hemen hemen aynıdır. Velhasıl içtiği rakının, esrarın çetelesini kamyon yüküyle tutan
Neyzen Tevfik, neyi üflediği vakit, akan suları da durdurmaktadır.
“Neden, nasıl bu kadar içiyorsun Neyzen?”
Cevabı hazırdır: “Bazıları neşeden, bazıları kederden, bense şişeden içerim şişeden!” Neyzen’de sayfalara sığmayacak anı bolluğu bulunur…
Günün birinde Talat Paşa, karşısına çıkıp; “Gel Neyzen, bırak bu sefil hayatı memur ol!” diye öneride bulunur. “Sonra” diye sorar Neyzen.
Talat Paşa cevap verir: “Sonra belki daha da yükselirsin!”
Neyzen dudak büker: “Ya sonra…”
Paşa devam eder: “Belki, nazır, ötesinde neden olmasın sadrazam…”
Tevfik, duracak gibi değildir…
“Sonra, sonra…”
Talat Paşa kaşlarını çatar, öfkeden kıpkırmızı olmuştur:
“Sadrazamın ötesinde ne olacaksın be adam? Hiçbir şey! Padişah olacak halin yok ya!”
Neyzen güler. Sorusu, cümle hayat felsefesini özetler:
“Paşa, ben zaten şimdi de hiçbir şeyim. Peki, hiçbir şey olmak için neden bu kadar zahmeti bir daha çekeyim?”
Neyzen, içkiden ve hayattan yorulunca soluğu kendisine özel olarak tahsis edilen Bakırköy Akıl Hastanesi’nin 21 numaralı koğuşunda alır. Ressam Fikret Mualla ile yolları da hastanede kesişir. Neyzen Tevfik’in ney tutan bir portresini yapan Mualla, not defterine şunları yazacaktır, “Biraz edebiyat bilgim ve zevkim varsa onu Neyzen Tevfik’e borçluyum. “
SAYIMIZ KAç?
Roden’in Düşünen Adam heykeli, Bakırköy’le özdeş hale gelmiştir. Roden’in İstanbul’a getirilen eserlerinin sergilenmesi arifesinde, yetkililer derinden endişelenmektedirler. Pek çok kişinin aklı, hastane bahçesindeki, taklit, ‘Düşünen Adam’ heykelindedir. Elbette bir şey olacağı yoktur!
Bakırköy’ün simgesine dönüşen heykel, bugün de kara kara düşünmeye devam eder. Ne derler; “Her semtten bir deli, Bakırköy’den kim gelirse…”
Sadece heykel etrafında dönen öykülere bakarak bile işin daha büyük olduğunu söyleyebiliriz… Sahi biz dışarıda kaç kişiyiz?
30. 08. 2015 – BİRGÜN