YILMAZ MURAT BİLİCAN: BİR YASA YAPIN ARTIK, EŞCİNSELLER VAAARDIR’ (17. 06. 2015)

191

Kendimi bildim bileli hiçbir bayrağı sevmedim. Hele hele ülke bayraklarını hiç sevmedim. Bayraklara yüklenen değer veya anlamları hep tehlikeli buldum. Onlar benim için, milliyetçiliği, sınırları, düşmanlıkları, savaşları, acı ve ölümleri çağrıştırdı ve hiçbir zaman basit birer işaretten öte anlam taşımadılar. örgüt veya siyasi partilere ait bayrak veya flamalar için de aynı duyguları taşıdım, hiçbirine özel anlamlar yüklemedim. Bazen bir işaret olarak pratik fayda sağlasalar bile, bunların da ait olmayı pekiştirdiğini, bir anlamda insanın gözünün bağlanmasına, hatta giderek fanatikleşmesine yol açtığını düşündüm.
Bayraklar içinde, benim için en güzel, altında en kolay yürüdüğüm ve göğsümü gere gere sallayabildiğim tek bayrak gökkuşağının renklerini taşıyan bayrak oldu. Geçtiğimiz pazar günü İzmir’de bu yıl 3. yapılan Onur Yürüyüşü’ne katıldım. LGBTİ hareketini simgeleyen ve gökkuşağı renklerinden oluşan bayrakların altında binlerce kişiyle birlikte yürüdük. Yürüyen insanlar da aynı ellerinde taşıdıkları bayraklar gibi, farklı cinsel yönelimlere, kimliklere sahip rengarenk insanlardı. Alsancak, Kıbrıs Şehitleri Caddesi hınca hınç doluydu. Geçtiğimiz yıla kıyasla yürüyüşçü sayısı bakımından büyük bir artış vardı. Katılımcılar etraftakilerin şaşkın bakışları altında, büyük bir coşkuyla, “Alışın artık, eşcinseller vardır” “Dünya yerinden oynar, ibneler özgür olsa. “Devlet kaç kaç kaç, ibneler geliyor” “Sevişe sevişe kazanacağız” vb. sloganlarını atarak yürüdüler.
Yürüyüş sırasında bir an kendime dönüp yaptığımız şey üzerine düşününce, eylemin kendisi attığımız sloganlar garip geldi bana. Burada bulunan binlerce insanın dile getirdiği talepler, zaten doğallıkla olması gereken son derece basit taleplerdi aslında. Basittiler, fakat basit oldukları kadar da kazanılması için hala daha çok uzun ve zorlu bir mücadele gerektiren, dile getirilirken bile zorlanılan, bakışların kaçırıldığı, yüzlerin pembeleşmesine yol açan taleplerdi. Toplumsal yaşamın bir “gereği” olarak sunulan ahlak ve onun dayattığı kurallar, yasaklar, geçmişten günümüze çok büyük acılara neden olmuştu. Devlet, iktidar, toplum, adı her neyse işte, her zaman bireyin bedenine, arzularına hükmetmek, onları istediği şekilde düzenlemek, kurallara bağlamak istemiş, bunu toplumsal yaşam için vazgeçilmez bulmuştu. Böylece, en özel alanımız, yani bedenimiz, cinselliğimiz, cinsel kimliğimiz üzerinde hegemonya sağlanmış, bu hegemonyayla dayatılan cinsel rol ve kimlikler ise “normal” “doğal” olarak tanımlamıştı. Bunun dışında kalan herkes, her türlü yönelim ise, zaten “hasta” ve “anormal” olmak durumuna düşüyor ve dolayısıyla her tür ayrımcılığı (öldürülmeyi bile) hak ediyorlardı. Burada binlerce insan işte bu acımasız hegemonyaya karşı, “basit” isteklerini
dile getiriyordu: Bedenime, cinselliğime, kimliğime dokunma. Cinsel yönelimim nedeniyle bana ayrımcılık yapma, yasalar önünde (hangi cinsle ve ne şekilde yattığına bakılmaksızın) herkes gibi eşcinseller de eşit haklara sahip olsun.
Bu temel hak için verilen mücadelenin ne kadar önemli ve dönüştürücü bir güce sahip olduğunu düşündüm. Batıdan doğuya bütün toplumlarda egemen güçlerin bu konuda gösterdikleri direnç zaten verilen mücadelenin ne kadar yerinde olduğunun işaretiydi.
Lise yıllarımdan beri solcu olduğum halde, eşcinsel hakları veya eşcinselliğin, bulunduğum siyasi ortamlarda hiç gündeme gelmediğini, bu konu hakkında herhangi bir şekilde değerlendirme yapılmadığını, zaman zaman aramızda espri konusu olduğunu, aslında bizlerin de birer homofobik olduğumuzu, eşcinselliğin aramızda bıyık altı gülüp geçilen bir konu olduğunu
düşündüm. Sol bu konuyu düpedüz görmezden geliyordu, hepimiz içten içe eşcinselliği bir burjuva hastalığı olarak görüyorduk sanırım. Toplumsal yaşamın her tür sorunu, işçi sınıfının iktidarında, sosyalizmle birlikte çözülecekti ve eşcinsellik de zaten burjuva toplumuna ait bir sorundu. Tabi işçi sınıfının bu sorunu nasıl çözeceği belirsizdi, ama çözecekti.
Sanırım 90 lı yıllarda Istanbul Film festivalinde bir film izlemiştim. Ülkesinde gösterimi yasaklanmış olduğunu okuduğum bir Küba filmiydi: “çilek ve çikolata”. Biri gey ve rejim muhalifi, diğeri ise tutkulu bir komünist
olan iki genç Küba’lı arkadaşın hikayesi üzerine kurulu filmi izleyince sosyalistlerin de (Hatta Fidel Kastro’nun da) eşcinsellerden pek hazzetmediğini anlamış oldum. Her türden totalitarizmin zaten renklere tahammül edeceğini düşünmek safdillikti. Komünist olan filmin kahramanı, gey olan karşısında sürekli şaşkınlığa uğruyor, kafasındaki ezberlerle karşısındaki kişinin farklılığının yarattığı çelişkileri bir türlü çözemiyordu.
Şimdi de bazı sol çevrelerde, eşcinsellerin mücadelesine mesafeli durulduğunu, sorunları devrim sonrasına gönderme eğiliminin malesef hala devam ettiğini görüyorum. “Eşit yurttaşlık sosyalizmde” dediğinizde, mücadelenin yönü şimdiden uzaklaşıp, sosyalizme, belirsiz bir zamana döndürülmüş oluyor. Oysa, eşit yurttaşlık için sosyalizmi beklemeye gerek olmadığı gibi sosyalizmin bunu sağlayacağının garantisi de pek yok. Eşit yurttaşlık, şimdi neden olmasın?
Benim için
3. İzmir Onur Yürüyüşü bu düşüncelerle, coşkuyla geçti.
23. İstanbul LGBTİ Onur Haftasına ise az bir zaman kaldı. Hafta boyunca, çeşitli paneller, filmler, atölye çalışmaları, gösteriler ve partilerden oluşan dopdolu bir program ücretsiz olarak herkese açık olacak. Bu yıl 22- 28 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek hafta, “Normal” temasıyla gerçekleşecek. Onur Haftası temasının ‘normal’ olarak seçilmesinin nedenini, Komisyon şu sözlerle açıklıyor;
“Normal’i konuşmak istememizin nedeni; toplumun belirlediği cinsiyet rollerini benimsemekte yetersiz veya beceriksiz olduğumuzdan değil, ne yanlış, ne de yalnız olmadığımız için. Kalabalık ve durdurulamaz olduğumuz için bütün bu coşku. Normalde olması gerekene uymayışımız ne fıtrattan, ne de hastalıktan. Boşuna neden aramayın bulamazsınız! Değişmez denilen normları da, normalleri de tanımıyoruz. Normal değiliz! Kabul etmiyoruz! (. . . ) Evet LGBTİ’ler her yerde! Okulda, işte, sokakta, mecliste. . . Ama LGBTİ’lerin maruz kaldığı inkar, şiddet ve ayrımcılık da her yerde!”
28 Haziran’da ise kitlesel Onur Yürüyüşü var. Yürüyüş,
“homofobi, bifobi, transfobi ile derdi olan, egemen söylemin dışladığı, baskı ve şiddete maruz bıraktığı herkesi bir araya getirecek, özgürlük talebi hep birlikte haykırılacak. “
Evet İstanbul bu önemli haftaya hazırlanırken biz yazımızı düzenleme komitesinin KAOS GL için verdiği röpörtajdan aldığımız bir cümleyle bitirelim. “Aşkımızdan, neşemizden, hazlarımızdan ödün vermeyeceğiz. “
17. 06. 2015 – T24