Parisüç gündür Paris’i, İstanbul optiğinden gözlüyorum. Birikenlerin de etkisiyle insanın içini sızlatan İstanbul yağmasını, bu şehre kıyımı, şehrin insanına nobranlığı daha çok hissediyor, daha bir öfkeleniyor insan.
Paris’te de, İstanbul’daki kadar, 14 milyon dolayında nüfus yaşıyor ve İstanbul’un iki katı turist ağırlıyor Paris ama İstanbul’da insanı çileden çıkartan, delirten trafiği Paris’te hissetmiyorsunuz. Bunun neden böyle olduğunu İlhan Tekeli hoca bir metaforla açıklar. Paris, dolaplı, çekmeceli, İstanbul ise bundan mahrum odalara benzerler der. Gerçekten de tarihi 1900 yılına giden müthiş metrosu Paris’in hengâmesini toparlayan en önemli çekmecedir mesela. Biçare İstanbul’un metro ile tanışması ve ihtiyaca cevap vermesi ne kadardır şunun şurasında ? Ne dolabı vardır doğru dürüst, ne çekmecesi. . .
Şantiyesiz
Paris’te şantiye aradı gözlerim, yoktu. Tembel Fransızlar yatırımı unutmuşlardı! Oysa İstanbul öyle miydi? Dağ, taş inşaat. . . Fransızlar konuşur Ak Parti yapardı işte!. .
Büyük insanlığın tarih ve kültür mirası bu iki kente, kim, nasıl davranıyor, farkı görebiliyorsunuz. Parisli kentini koruyor, seviyor ve yağmalatmak ne kelime , toz kondurmuyor. Kentin silüetinin kutsalına dehşetli saygılı. Louvre Müzesi’nden Sen Nehri’ni solunuza alıp batıya doğru baktığınızda yedi kilometrelik bir eksen üzerinde; 1805 tarihli Arc de Triomphe du Carrousel, arkasında Concorde Meydanı (1836) ve dikili taş,
arkasında Charles de Gaulle’deki (I’Etoile) Arc de Triomphe ve La Défense’da bulunan Grande Arche’ı görürsünüz. Bu yapıların hepsi aynı hat üstünde, bir zaman tünelinden geçirirler sizi, bir tarih anlatırlar. Kentin ve ülkenin gelişimini resmederler
adeta. Bu siluet Parislinin kırmızı çizgisidir. Zinhar, dokundurtmazlar. Bir de İstanbul’a son yıllarda olanlara bakın. . .
Sultanahmet’in minarelerinin arasına karışan Zeytinburnu gökdelenleri ayıbını traşlamaya hiçbir babayiğit bulunamamış. Her gün gözümüze sokuluyor meydan okuyarak. . . Haliç’te, üstünden tramvay geçirilen köprü, muhteşem Sinan Süleymaniyesi’ne hep saygısız, nobran ve devrin küstahlığını, hukuk tanımazlığını temsil ediyor.
Hep isterler
Her büyük kent, egemenlerin ağzını sulandırır. Kentin değerli arsasının azamisine sahip olmak ve onun üstüne, kendisine en yüksek kazancı sağlayacak binalar yapmak isterler. Kamu otoritelerince tanınmış limitleri delmek ve rantlarını olabildiğince en yukarı çekmek isterler. Dahası, kamu arsalarını ele geçirmek, kamu yatırımlarını kendi rantını çoğaltacak biçimde yönlendirmenin peşindedirler. Bunu Paris’teki, Londra’daki inşaat baronları da arzular, İstanbul’daki de. . . Ama Paris’teki pek heveslenmez, İstanbul’daki ise hayalinde göremeyeceği yükseklikte, hacimde beton yığınlarını gönül rahatlığıyla, kibirle diker ve yeni avların peşine düşer.
Nedir İstanbul’dakini Paris’tekinden farklı, ayrıcalıklı kılan? Tek kelimeyle hukuksuzluktur. Hukuku hiçe saymak, geçersiz kılmak fütursuzluğudur. Bağımsız yargıyı yürütmenin kontrolüne sokup sindiren AK Faşizm’in imar hukukunu Anayasal hukukun önüne geçirebilme saldırganlığıdır fark. Paris’teki yapamaz, cüret edemez, hukuk yakama yapışır, izin vermezler, der. İstanbul’daki omuz silker, hukuk dinlemez. Onun için hukuk Anayasa’daki değil, Kaçak saraydakinin hukukudur.
Rant, rant, rant. . .
En acil mesele bağımsız yargı, hukukun işler hale getirilmesidir. Bu olmadan çiftçi Tower meselesi, yenilerine yol olacak, her yolsuzluk, yapanın yanına kâr kalacaktır. Acı gerçek budur.
18. 05. 2015 – BİRGÜN