Faiz merkezli Erdoğan-MB çatışması seçimler öncesi gündemde kızışmaya devam ederken. . . Erdoğan’ın baskısıyla MB’nin gönüller kırılmasın diyerek hadi bir 25 baz puan indirdiği faizler yine Erdoğan’ın demeçleriyle yukarı tırmanmayı sürdürürken… Sistemin kendi çarpık yapısında faizlerin enflasyon parametresine bağlandığı yerde zurnanın zırt dediği yer kur olmuşken… Ve kurun yükselmesinde kulakları rahatsız eden sözleriyle Erdoğan’ın katkısı gözler önündeyken… Sistemin bu çaresizliğini, çarpık ve sürdürülemez olduğunu bir kez daha söylemeli. Bu kısırdöngü haline gelmiş, her dönüşünde toplumun emekçi kesimlerinin refahını öğütmeyi hedefleyen bu çarkın kendisini tartışmanın merkezine koymak için gündemi farklı bir rotaya kaydırmakta yarar var. Zira bu gündem … kalbur saman içinde pireler, develer, tellallar eşliğinde bir masala doğru gider. Dolayısıyla sonunda “onlar erdi muradına” dememek için bugün foyası tümüyle ortaya çıkmış ekonomik yapıyı sahipleriyle birlikte sorgulamanın tam zamanıdır. Yoksa onların murada erdiği bir gelecekte onlar dışında mutluluğu tadacak tek bir fani olmayacaktır.
Seçimler öncesinde iç talebi canlandırmak, müteahhitlerin elinde şişen konut stoklarını eritmek, imar rantlarına açtıkları arsalara yeni AVM dikecek yatırımcıları çekebilmek adına faizlerin düşmesi başta Erdoğan için “hayati” bir ihtiyaç. Peki, bunlar yeniden sağlanabildiğinde ne olacak? 2013 Mayıs’ına kadar, Fed para musluklarını kapatmadan önce tüm bu arzuları gerçekleştirebiliyorlardı. Döviz ucuzdu, ucuz maliyetli borçlanma yoluyla finansman imkanı muazzamdı; özelleştirme, kamu hizmetlerinin piyasalaşması, finansal karların yüksekliği, kentlerden kamu varlıklarına uzanan ve tüm doğayı içine alan inşaat rantlarının cazibesi yüksekti.
Dış dünyadan artan oranda gelen kaynakla birlikte yatırım dağılımının hızla üretici sektörlerden koparıldığı bu dönemin kuşkusuz en yıkıcı sonucunu işçiler ve emekçiler yaşadı. Formel sanayi üretiminden uzaklaştıkları her noktada işçiler ve emekçiler rantçı, kapkaççı politikalarca taşeronlaştırıldılar, güvencesizleştirildiler.
Aşağıdaki iki tablo paranın bol, büyümenin hızlı olduğu dönemlerde yaratılan yeni işleri ve istihdamın nicel ve niteliksel değişimini göstermekte. Krizle birlikte ekonominin dip noktasına değdiği 2009 Ocak ayında işsizliğin yüzde 15,5 olduğunu görüyoruz. 2010 itibariyle sağlanan dış kaynak girişleriyle birlikte işsizlik yüzde 11,9’a geriliyor ama bir alt tabloda görüleceği üzere 2009’da dış kaynak çekilince maliyetleri tavan yapan sanayicilerin işten çıkardığı işçilerin 2010 yılında istihdam edildikleri alanlar inşaat ve hizmetler oluyor.
2012 yılı itibariyle de tarımın istihdam içindeki payı geriliyor, sanayi yerinde sayıyor, inşaat ve hizmetlerin payı artıyor.
Sonuç mu?
Elbette artık emeğin, emekçilerin gündemini konuşurken şayet meseleye iş cinayetleriyle başlıyorsak, durumun vahameti zaten ortada. Açlık sınırının 4 kişilik bir aile için 1,308TL olduğu bir yaşamda asgari ücret hâlâ 949TL’de tutuluyorsa durum ortada. Bir zamanlar güvenceli çalışmanın kalesi olarak tabir edilen kamu daireleri taşeronluğun lokomotifi haline gelmişse, evet durumumuz oldukça net bir şekilde ortada.
Sözün özü, bugün saray merkezli AKP iktidarı faizleri büyük ölçüde indirse bile yatırıma yönelen kaynaklar istihdam yaratmayan veya yarattığı her ilave istihdam olanağının çok üzerinde güvencesizliği yaygınlaştıran, döviz kazancı sağlamayan/borç yaratan alanlar olacaktır. Bu, AKP’nin inşaat odaklı rantiyer tipi birikim seçimidir. Bu seçim/tercih dün olduğu gibi yarın da toplumun emekçi kesimlerine refah sağlamayacak, insan onuruna yakışır iş imkânları yaratmayacak, ücretleri yoksulluk seviyesinin üzerine çekmeyecektir. YaniAKP’li bir Türkiye’de
yukarıdaki sonuç, gündemdeki faiz insin mi-çıksın mı sorusunun her iki cevabında da aynı kalacaktır.
05. 03. 2015 – BİRGÜN