SEVDA KARACA: SURVİVOR (16. 02. 2015)

270

Yazılmamış yazı, söylenmemiş söz mü kaldı? Yıllardır ettiğimiz laflar üstüne, üç gündür de özgecan nezdinde yakılan, yıkılan, lime lime edilen tüm kadın ömürlerinin ardından söylediklerimiz üstüne, keşfetmemiz gereken yeni bir şey mi var? Sosyal medya iletilerinden meydanlara çıkanların ellerindeki dövizlere, köşe yazılarından, kitaplara, dergilere, bildirilere, broşürlere… Kaldı mı hala daha duyacağımız, “aha da buymuş” diyeceğimiz yeni bir şey?
Artık, kadın katliamlarının “boyutlarına, gerekçelerine, sonuçlarına” dair söylenecek her söz, bildiğimizle bir şeyi değiştirememişliğimizin prangası olarak boynumuza asılı.
özgecan’ın katli, diğer tüm kadınların, yaşayan ve henüz doğmamış tüm kadınların katledilmesi aslında. Her bir kadın cinayeti, geride kalan kadınları “survivor” yapıyor çünkü. Analar kızlarına daha fazla “yavrum geç kalma” diyor. Hava karardıktan sonra attığımız her adım bizi korkunun karanlığına götürüyor daha fazla. Doğmuş ve doğmamış kız çocuklarının geleceğinden daha çok endişe ediyor kadınlar, sevdikleri kadınları daha fazla “iyi misin, bugün de yaşıyor musun” diye arıyorlar. Bir erkekle yalnız kalmak giderek daha korkunç bir şey haline geliyor, tedirginliğe gark oluşumuzun titremesi daha bir sarıyor içimizi.
Aklanan her bir kadın cinayeti, münferitleştirilen her kadın hikayesi, kadınları “bugün de yaşıyorum çok şükür”e sıkıştıran o “survivor” duygusu daha da besliyor erkek egemenliğini. Kadınları aşağı görmenin, tehdit edilebilir ve köşeye sıkıştırılabilir kılmanın kılıfları daha da çoğalıyor. Böyle böyle nefes alıp verebilmeye sığıştırılıyor kadın olmanın gayreti. En asgaride yaşamayı “becerebilmişliğimizle” gurur duymamız daha da kolayca salık veriliyor her an her dakika bize. Bugün de yakılmamak, dövülmemek, tecavüz edilmemek bir başarı hikayesine dönüşüyor. Hepimiz, tüm kadınlar, doğmuşlar ve doğmamışlar, erkeklik kanunlarının geçerli olduğu bir ormana dönüşen dünyada “survivor” olarak yaşamaya her geçen gün daha fazla mahkum ediliyoruz.
Her bir kadın cinayetiyle ne kadar öğretiliyorsa kadınlara “survivor” olarak hayatta kalmanın kuralları, o kadar öğreniyor erkekler oyunun kurallarından paylarına düşenleri. özgecan’ın katili Suphi Altındöken, direnen genç kadının tırnaklarında DNA’sı bulunmasın diye ellerini kesip yakacak bilgiye sahip olabiliyor. Üç hafta önce Nuran Dutlu’yu öldüren katil de Nuran’ın ellerini keserken aynı kaynaktan besleniyordu zira. Bebek yaştaki Gizem’e tecavüz ettikten sonra yakmaya çalışan katil de biliyordu neyin ne olduğunu. Yaptıklarının ardından babadan, arkadaştan, tanıdıktan yardım isteyebiliyor bu adamlar, o “yardım”ın gerekleri yerine getirilebiliyor. “Erkeklik onurumla oynadı” diyerek erkek adaletin indirim sisteminden faydalanıp, meşrulaştırılmış eylemlerinden basitçe sıyrılacaklarını biliyorlar. Kadınlar da biliyorlar katledilmeseler ve yakılmasalar, sıradan bir tecavüz fiilinin haksız tahrikçisi olarak yargı adı verilen kadınlara şiddeti meşrulaştıran aygıtta tekrar şiddete maruz kalacaklarını. Bütün bu bilgiler toplamı öyle bir düzenin içinde yeşeriyor ki; gericiliğine, sömürgenliğine, iktidar aklayıcılığına her şeyi
medet haline getirenler, besledikleri kadın katliamlarından ekmeklerine yağ sürme peşine düşebiliyor cüretkarca. özgecan’ın ölümünün ardından yaşadığımız toplu infial sırasında bile kadınların sokağa güvenle çıkabilme, eve tek parça dönebilme talebini gerzek “pembe otobüs” fikrine bağlayabilme konforuna sahip olabiliyor bir adam. Bir kadın yazar “bu olaylar Amerika’da da oluyor, çenenizi kapatın” diye höykürebiliyor mesela iktidarın dilinden. Kadınların adalet isteğini idam ipine dolayabilme hakkına sahip görebiliyor kendini kimi zevatlar.
Geriye kalan kadının survivor olmasının koşulları giderek daha da ağırlaşıyor böylelikle: yut sesini, sus fikrini, yap isteneni, ver hizmetini…
Bu koşulların “hık” deyicisi olmadığında evin ‘güvenli’ sularında, mahallelinin gözü önünde, adalet ‘sarayı’ kapılarında, karakol sokaklarında en yakınları tarafından “güvenle” öldürülebiliyor her gün 5 kadın.
Herkes biliyor her şeyi. Bildiğimizle ne yapacağımıza bağlanıyor mesele.
Tüm kadınların evde, sokakta, okulda, işte “survivor” haline getirildiği bir düzende birkaç günlüğüne infiale gelmekten özge şeyler yapmaya ihtiyacımız var.
Erkeklerin erkek egemenliğinin sağladığı konfordan utanıp cinslerinin eyleyebileceklerini sadece “başka erkeklere” havale etmeden tartabilmelerine, kadınları “survivor”laştıran bu düzenden ne kadar faydalandıklarını, nerede durduklarını sorgulamalarına mesela.
Biz “survivor”ların da bu erkeklik kanunlarının geçerli olduğu düzende, tek başına hayatta kalmanın mümkün olmadığı kadim bilgisini yeniden hatırlamaya, kadın örgütlülüğünün gücüne yaslanmaya ihtiyacımız var.
16. 02. 20145 – EVRENSEL