AZİZ ÇELİK: İŞÇİYE KARŞI HUTBE OLUR MU’ (15. 01. 2015)

248

Mizah dergisi
Charlie Hebdo‘ya yönelik katliam sonrasında “gerçek İslam bu değil” iddia ve tartışmaları ortalığı kapladı. Bu alanda kelam edecek denli konuya vakıf değilim. O nedenle işin ilahiyat kısmını bir yana bırakıyorum. Ancak son zamanlarda dini referansların günlük yaşamın her alanına sirayet etmesinin vahim sonuçlarından birinin üzerinde durmak ve çalışma hayatına ilişkin hutbelerde yer alan bazı tuhaf değerlendirmelere değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi iş cinayetleri çalışma yaşamının en yaşamsal sorunlarından biri. 2014 yılı Türkiye tarihinin en kanlı yılı oldu.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)
verilerine göre 2014 yılında 1886 işçi iş cinayetleri sonucu yaşamın yitirdi. İş cinayetlerinin böylesine vahim bir hal aldığı günlerde
İstanbul Müftülüğü
skandal bir hutbeye imza attı.
Müftülüğün 26. 12. 2012 tarihli ve “Hayat, Tedbir ve Takdir” başlıklı hutbesi kazalara ve iş kazalarına ayrılmıştı. İş kazalarının tedbirsizliğin ve yasal zorunlulukların yerine getirilmeyişinin sonucu olduğu vurgulandıktan sonra hutbede tuhaf bir değerlendirmeye yer verildi: “Tedbirde de ölçülü olmalıyız. Bu husustaki aşırılık Yüce Allah’a güveni sarsan bir davranış haline dönüşür.
Anlayan beri gelsin! “Tedbirde aşırıya kaçmayalım” ne demek? “Biraz tedbir yeter, fazla zorlamayalım” ne anlama geliyor. İşçi sağlığı ve güvenliği en son bilimsel teknik gelişmelerin kullanılarak bütün risklerin öngörülmesini ve önlenmesini hedefler. Alınması gereken bütün tedbirlerin alındığı, bütün olasılıklarının en ince ayrıntısına kadar öngörüldüğü, tedbirde en aşırıya gidildiği bir sistemdir iş güvenliği. Şakası yoktur. Biraz tedbir ile, “saldım çayıra Mevla’m kayıra” zihniyeti ile iş güvenliği olmaz.
Bu hutbe iş güvenliği önlemlerini savsaklayan işverenleri aklamak değilse nedir? Anlamak mümkün değil! Anlaşılan müftülük iş cinayetlerini örtmek için kullanılan “fıtrat” söylemine destek vermek istemiş ve “biraz tedbir biraz fıtrat” diyerek konuyu uhrevi bir alana taşımış.
Hutbeye dönük eleştiriler artınca
Diyanet
söz konusu hutbeyi resmi web sitesinden çıkarıp onun yerine “Paha biçilmez sermaye: ömür” başlıklı bir hutbe koydu. Ancak ne bir özür ve ne de açıklama söz konusu. örneğin bu hutbeyi kaleme alan ve redakte edenler hakkında bir işlem yapıldı mı? Hutbe neden kaldırıldı? Hutbede yer alan değerlendirmeler yanlış mıydı?
Bu ilk örnek değil, daha önce de
Düzce Müftülüğü
29 Nisan 2011 tarihli ve “İşçi ve İşverenin Sorumlulukları” başlıklı hutbesinde bir skandala imza atmıştı.
Düzce Müftülüğü
tarafından ilde yaşanan bir sendikalaşma girişimi ve işçilerin yaptığı bir eylemin ardından okutulan bir hutbede “İşyeri işçi için ekmek kapısıdır. çalışanın geçimi bu ekmek kapsına bağlıdır, işi gereğinden fazla yavaşlatmak veya işyerine zarar vermek, kârı ve kârlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak çalışanı ağır dini mesuliyet altına sokar” ifadelerine yer verilmişti.
Düzce Müftülüğü‘nün işçileri işverene itaate davet eden hutbesinin zamanlaması manidardı. Hutbe Düzce’de sendikal faaliyetlerin ve işçi eylemlerinin arttığı günlere denk gelmişti. Bilindiği gibi, Düzce son yıllarda sanayinin geliştiği ve sendikal örgütlenme çalışmalarının arttığı bir il.
Birleşik Metal-İş Sendikası2011 yılında Mas-Daf Pompa AŞ adlı bir işyerinde örgütlenmiş ve bu örgütlenme üzerine 120 işçi işten atılmıştı. İşçiler bunun üzerine fabrika önünde eylem yapmıştı. Düzce’de kurulu DESA deri fabrikasında örgütlenme çalışması yapan
Deri-İş
Sendikasına üye olan işçiler de işten atılmıştı.
Petrol-İş Sendikası
da 2010’ların başında Düzce’de kurulu Standart Profil fabrikasında örgütlenme çalışmaları ve kent genelinde “sendikalı ol” kampanyası yürütmüştü. Anlaşılan işverenlerin sendikasızlaştırma çabaları yetmemiş ve müftülük kendine vazife çıkartmıştı.
Aslında bu iki örnek laiklik ve sekülerizm meselesinin sadece yaşam tarzıyla sınırlı bir konu olmadığı emek-sermaye ilişkilerinden günlük yaşamın pek çok alanına kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını gösteriyor. Bu iki örnekten, sadece din ile devlet işlerinin değil din ile çalışma hayatının da birbirinden ayrılmasının ne kadar elzem bir sorun olduğunu görüyoruz.
15. 01. 2015 – BİRGÜN