DR. MURAT ÖZVERİ: KARIŞMASIN LÜTFEN! BİZ BEYAZ YAKALIYIZ (27. 12. 2014)

247

“Mühendisim. Gece yarılarına kadar çalıştım, çocuğumun ateşi kırk dereceyken işe koşturdum. Tüm kamyonlar yüklenip yola çıkana kadar işi terk etmiyordum. Şimdi zoruma gidiyor, önüme bir kağıt koyup, doğru dürüst konuşma gereği bile duymadan işten çıkarttılar” diyorsun.
Aramıza hoş geldin beyaz yakalı.
Bildiğimce sana seni ve durumunu anlatmaya çalışayım.
İş hukukunun kapsamına tüm bağımlı çalışanlar girer. İşten atılan son ütücüye de, işten atılan mühendise de işten atılan reklamcıya da işten atılan finans danışmanına, süpervizöre, art direktöre, avukata, doktora da uygulanan kural/yasa iş hukukunda aynıdır: 4857 Sayılı İş Yasası.
İş Yasası, “işçi”yi “ücret karşılığı işverenin emir ve talimatıyla iş görme edimini yerine getiren kişi” olarak tanımlamıştır. İş hukukunda işçi, “bağımlı çalışan kişi”dir. Yani sensin. Ve sen de eğitimin ve unvanın ne olursa olsun bu yasaya tabisin ve bu yasaya göre “işçi”sin.
Eğitimine, çevrene, becerine göre bir işverenle anlaşarak işe girersin, ama o işverenin kayıtlarında, eğitimin ne olursa olsun, unvanın ne yazarsa yazsın sen İş Yasası’nın ona tanıdığı alanda “işçi” olarak geçersin. Size “çalışan” mı diyorlar? Bil ki “nazik” davranıyorlar; yasalar için bir işçisin.
Bağımlılık ilişkisinde bir talimat veren vardır bir de alan.
öz aynıdır. Bağımlılık ilişkisinde talimat veren de (müdür de olsa CEO da olsa) talimat doğrultusunda iş görme edimini yerine getiren de yasa karşısında “işçi”dir.
Buraya kadar anlaştık mı?
Tanımı aynı olan, hukuki sonuçları aynı olan, sosyolojik sonuçları aynı olan bu ilişkide, işveren adına talimat verenler talimat alanlardan kendini ayrı hisseder.
İşte bu bağımlılık ilişkisinde talimat verme pozisyonunda olanlara veya olacaklara, beden gücüyle çalışana oranla eğitimli, beyin gücüne dayalı işlerde çalışanlara beyaz yakalı derler.
BEYAZ YAKALI VERSUS OFİS çAYCISI
Beyaz yakalı, kendini eğitimsiz, vasıfsız inşaat işçisinden ya da fabrika işçisinden ya da ofis çaycısından ayrı görmek, ayrı görünmek ister.
Ana okulundan başlayan ve neredeyse yirmi yıl süren bir yarışın zorluğuna katlanmıştır, göğsünü gere gere mühendisim demek yerine en iyi ihtimalle “mühendis işçiyim” demek zor gelecektir.
Beyaz yakalılar, emir ve talimat verirken, işverenlerini, onların talimat verme iktidarlarını taklit eder, onlara benzemeye çalışır.
Bu nedenle, “işçiyim” demek yerine, “beyaz yakalı çalışanım” demek onlara daha cazip gelir.
Talimat verme yetkisini elinde bulunduranları taklit ettiklerinin anlaşılmasını da istemez beyaz yakalı. Talimat verme yetkisinin, beyaz yakalı olmalarının doğal sonucu olarak görülmesini, öyle kabul edilmesini ister.
Beyaz yakalı olmanın, ezen adına iktidar kullanmanın bir bedeli vardır ama. Bu bedelin adına “işin net cazibesi” denilir. Yaygın adı “kariyer”dir. Beyaz yakalının yaptığı iş ona iş ortamında gelirin yanında statüde veriyorsa, bu statünün, kariyerin bedelini, işin sahibiyle özdeşleşerek ödeyecek demektir. Bu nedenle günlük çalışma süresi iş bitene kadardır; haftalık çalışma süresinin sınırı yoktur. Ona verilen statünün, kariyerinin bedelini iş endeksli çalışarak, yirmi dört saat kendisini işyerine adayarak, tüm yaratıcılığını seferber ederek ödemek zorundadır.
Her gün daha iyi, hep daha iyi olmalı, hep daha iyi olmak için sürekli iş odaklı düşünmeli ve yaşamalıdır. En büyük rakibi de yanında çalışan ondan daha fazla işyeri aidiyeti gösteren en yakın arkadaşıdır.
‘çOK PİS KARİYER YAPARIM İŞçİ DEĞİLİM Kİ!
Kariyer yapmak beyaz yakalının tek iş güvencesidir. Kariyer dünyasında ise yalnızdır. Kariyer yolunda her yolu kendisine mubah gören rakipleri vardır. O da oyunu kuralına göre oynamak zorundadır! Kariyer dünyasında, rakibini değersizleştirmek, ötekileştirmek, bu iş için ittifaklar kurup ittifaklar dağıtmak, kariyer sürecini savaş yürüten bir komutan gibi yönetmek kaderidir.
Beyaz yakalı film seyretmeyi sever. Kariyer basamaklarını tırmanırken yerine geçmeye hazır adayları gazete ilanıyla tek tek avlayan beyaz yakalı hikayesinin anlatıldığı 2005 yapımı Costa Gavras’ın Le Couperet (ölümcül çözüm) filmini öneririz. Uyarmadan geçmeyelim, filmde anlatılan, bu yazıda özetlenen durumdan daha acıdır.
Bu yorucu, bıktırıcı, stresli uğraşta, bir gün heyecanını, isteğini yitirir, yorulur beyaz yakalı. İşveren de ondan. İşte o zaman, “atları da vururlar”* sözünü hatırlar, işte o zaman, buyurduğu işçi kadar, altındaki çalışan kadar hakkı olduğunu, buyurduğu kişiden daha fazla ezildiğini fark eder. Yine de işçiyim diyemez. Yine defalarca ofis penceresinden gördüğü ya da gazetelerden okuduğu şu manzarayı kendisiyle ilişkilendiremez: Dışarıda bilmem ne işçileri üzerlerine sıkılan su ve gaz altında ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar ne yapmaya çalışıyor, ne kazanacaklar ki!
Biz söyleyelim, ilgilenmediğin o işçiler, seni işçi kılan, ezilmene göz yuman yasaları değiştirmeye çalışıyor. O seni işverene karşı koruyamadığı için beğenmediğin 4857 Sayılı İş Yasası, o görmezden geldiğin işçinin gaz, cop, su tazyiki altında verdiği mücadeleyle şekillendi ve onların gücü ancak bu kadarına yetti.
Yani beyaz yakalı, işçisin sen; hem kanunen hem fiilen. Ne işinin net cazibesi ne kariyerin seni bundan kurtarıyor; “işçi” olduğunu kendine itiraf etmediğin ve bu hakkın için kendi yönteminle, yolunla senin gibilerle örgütlü bir mücadele vermediğin sürece çocuğun da senin maruz kaldığını yaşayacak.
Bugün harekete geçmeyeceksen şimdiden geçmiş olsun.
* Bkz. Atları Da Vururlar filmi, Yönetmen:
Sydney Pollack, Yapım Yılı: 1969

27. 12. 2014 – EVRENSEL