Dinin çok yönlü istismar edildiği Türkiye’de siyasetin öncelikli listesinde siyaset dilinin ve faaliyetinin uhrevileştirilmesi var. Siyasi fukaralık sonucu, seküler siyaset dilini, “biz sizden daha dindarız” yarışında feda ediyorlar.
Devlet ve Sünni cemaatler eliyle örgütlenmiş toplumsal muhafazakârlaşma karşısında alternatif üretemeyenler, hâkim Sünni hegemonyaya teslim oluyor.
Seçilmiş Padişah, Ak-Saray’ının yanına “Milli Milleti” için
Cemevi,
Kilise,
Sinagog
ya da
Havra
değil, “Cami
yapacağız” diyor. Vergileri, camilere, imamlara ve Sünni-Hanefi kamu kurumlarına harcanmak için gasp edilmiş diğer dinsel azınlıklar ise yok hükmündedir!CHP Genel merkezine
Cemevi,
Kilise,
Sinagog
ya da Havra değil “Mescit” açıyor. Hüseyin Aygün’ün TBMM’ye Cemevi talebi reddedilirken, CHP Genel Merkezi’ne mescit açılması oldukça manidar değil mi?
Seküler değerleri savunmayanlar gerçek laiklik mücadelesini terk ediyor. Siyasi fukaralık ise kendisini devlet mezhebiyle besliyor. çoğunluk mezhebine ve gericiliğe sığınıyor. Maalesef uhrevileşen siyasetin akıl sağlığında ciddi bir sorun var. Dünyevi sorunlara, uhrevi çözüm arayan arızaları var.
Oysa siyasi partiler dünyevi kurumlardır. Partileri din istismarı ve teoloji üretim merkezine çevirmek, genel başkanları da ulemalaştırmak, siyasetin seküler akıl sağlığındaki krize işarettir.
Aleviler için, Alevilere rağmen
TBMM kürsülerinde Alevi yurttaşların hak temelli taleplerine çözüm bulmak yerine, Alevileri din ve devlet ilişkisindeki antilaik çarpıklığa ortak etme yarışındalar. Bu yarışta “Alevilik İslam’ın alt koludur“, “mezhebidir” ya da “farklı
yorumudur” gibi teolojik tanımlar yapmayı da ihmal etmiyorlar.
TBMM, İlahiyat Fakültesi’nde hocalık, camide imamlık yapması gerekenlerin yeri olmamalıdır.
“Her
taşyerinde
ağırdır“. Milletvekilleri karar vermelidir! Ya uhrevi teolojik alan, ya dünyevi siyasi alan!
Siyasi yüzsüzlük Alevilere Hanefi elbisesi giydirmeye çalışıyor. “Cemevi ibadet yeri olabilir. Ama Camiler Alevilerin de mabet yeridir!” diyerek, asimilasyoncu eski ezberlerine yeni kılıflar buluyorlar. Oysa, her inancın bir inanç evi vardır. Alevilere camiyi ikinci inanç evi olarak dayatmak asimilasyoncu çirkinliktir.
Alevilerin kendisi olarak varlığını sürdürmesini kabul etmiyorlar. Türkiye, Alevileri, “Alevi
İslam“, İran ise “Şii
Alevi” diyerek, bin yıllık
Alevi,
Bektaşi,
Kızılbaş
kimliğinin kendine özgü bir
inanç olduğunu inkâr ediyorlar.
İktidar ve muhalefet partileri sözbirliği yapmışçasına Alevilere “Alevilik İslam’ın mezhebi, Allah’ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, ehlibeytimiz bir” diyorlar.
Oysa Nesimi “Biz mezhep bilmeyiz, yolumuz var” diye cevaplamış. “Sevgi bizim dinimizdir, başka dine inanmayız“diye anlatıyor Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlar bin yıldır, bu yolu.
Hurafelerle Alevilere Tanrı soranlara, onlar; “Hak insanda, insan hakta bildik“, “Her ne varsa bu âlemde, hepsi mevcut ademde“diyerek çocuklarına “Her ne ararsan kendinde ara“, Hallacı Mansurca “Enel Hak” (Tanrı benim) demeyi öğretiyorlar.
Kul Nesimi olup, “Biz bir oruç tutarız, Ramazan’a benzemez“, “Biz bir ayet okuruz, Bir Kur’an’a benzemez” diyerek,”okunacak en büyük kitabın insan” olduğu toplumsal kütüphaneye işaret ediyorlar. “Telli
Kuran” dedikleri bağlamada söze, dile gelen nefesleri, deyişleri, duvazları ise gülbankları (duaları) bilirler.
çözüm net; inanç özgürlüğünü herkes için devlet kurumlarının dışına özel alana taşımak!
11. 11. 2014 – BİRGÜN