İHSAN ÇARALAN: BAĞIMSIZ, BİRLEŞİK, LAİK VE DEMOKRATİK BİR FİLİSTİN İÇİN!(11. 11. 2014)

190

İsrail’de, özellikle iktidardaki parti ayağının altındaki toprağın kaydığını fark etmeye başlayınca hep; “Filistin topraklarında yeni yerleşim yerleri” açmaya, Kudüs’le, Mescid-i Aksa ile ilgili provokatif girişimleri gündeme getirir; Yahudilerle Müslümanlar arasındaki bütün hassas sinir uçlarına dokunur.
İsrail Başbakanı Netanyahu da geçtiğimiz temmuz ayındaki Gazze saldırılarından yeterince tatmin olmamış olmalı ki, şimdi de Mescid-i Aksa’ya Yahudilerin girmesine izin vererek, Mescid-i Aksa’ya askerlerini sokarak, … “İslam aleminde”
infial uyandırmıştır!
Ve
Netanyahu Hükümeti sorunu “iç politika” malzemesi olarak kullanmayı amaçladığı için de ABD yönetiminden, batılı ülkelerden, İslam dünyasından ya da insan hakları savunucusu çevrelerden gelen eleştirileri, tepkileri de çok umursamıyor.
NETANYAHU İSTEDİĞİ SONUçLARI
ELDE EDEBİLİYOR MU?

Peki, Netanyahu istediği sonuçları elde edebiliyor mu?
Pek öyle görünmüyor!

En başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, neredeyse her koşulda İsrail’in arkasında duran hükümetlerin
Netanyahu’nun bu son girişimlerinin arkasında durmadıkları, tersine onun tutumunu açıkça eleştirdikleri gözleniyor. Ama asıl önemlisi, Netanyahu’nun bu girimlerinin İsrail’de özellikle de İsrail Hükümeti içinde oldukça önemli bir çatlağa yol açtığı görülüyor.
İsrail Hükümeti içinde en sağcı partinin lideri ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrailli milletvekillerinin Mescid-i Aksa’nın avlusuna girişleriyle ilgili olarak; “Ucuz, kolay ve maskaralıktan ibaret bir reklam uğruna yapılan çabalar olduğunu düşünüyorum. Gerginliğin tırmanmasıyla güvenlik sağlanmaz” diyor.
Netanyahu Hükümetinin çevre Bakanı Amir Peretz; “Netanyahu aşırı sağcıların isteklerine esir oldu. Politikalarını bu şekilde devam ettiren hükümetin bir parçası olmayacağım. Şuna kesinlikle inanıyorum ki, Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hakları vardır. Burada iki devlet, iki ulus çözümünü benimsiyorum” diyerek tepkisinin istifaya kadar gideceği sinyalini verdi.
Muhalif Kadima Partisi Lideri ve Eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni de Netanyahu’nun politikalarını sert bir dille eleştirerek; “Netanyahu’nun politikaları İsrail’e zarar veriyor. Araplar barış istiyor, İsrail ise istemiyor. Bu vatan hainliğiyle benzer düşüncelerdir” diyerek tepkisini dile getiriyor.
Yani Netanyahu amaçladığının tersine “evdeki bulgurdan olacağı” bir çukura düşmüş görünüyor. Tabii Türkiye’nin aşağıda değineceğimiz gayretleri onu o düştüğü çukurdan çıkaracak bir imdat merdiveni oluşturmazsa.

ARAP DüNYASI NE YAPIYOR?
Dün gazetemizin “Arap Coğrafyasında Geçen Hafta” sayfası merceği bu konuya çevirmişti.
Ali Karataş ve Yusuf Ertaş arkadaşlarımız, mercekte görünen tabloya bakıp, “Kudüs gidiyor Araplar izliyor” diye manşete çekmişti.
Kuşkusuz ki doğru bir gözlem!

Tepkilerin İsrail içinde hükümette yarılmaya yol açacak çelişkileri harekete geçirdiği koşullarda Arap dünyasında olanlara bakıldığında görülen; sadece camilerden çıkan kalabalıkların bilinen “tekbirli” sloganlarıyla, İsrail’e küfür, Filistinlilere selam ve “Seni unutursak kalbimiz kurusun Kudüs!” gibi hamasi sloganların haykırıldığı tepkilerdir.
Yani Arap dünyasından tepkiler, İsrail’in 70 yıldan beri Araplardan duyduğu, artık hayli “bağışıklık” kazandığı geleneksel tepkileri geçmedi. Nitekim gelişmeleri bir yanıyla da olsa doğru tespit eden Al Kuds al Arabi’nin başyazısında “Araplara yeni bir strateji gerekiyor” deniyor.

Yani Arapların tepkisi sadece camiden çıkan Müslüman kitlelerin “kendiliğinden”, “asarız”, “keseriz” tehditleri ve “İslami içerikli sloganlarla” sınırlı kaldığı ölçüde İsrail’i korkutmamaktadır. Dahası bu tutumun, dünyanın demokratik kamuoyu ve İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarına karşı çıkan Müslüman olmayan ülke halklarının tepkileriyle ortaklaşması olanaklı olmamaktadır.

AKP HüKüMETİ FİLİSTİN DAVASINI
SAPTIRIP İSTİSMAR EDİYOR

Burada Türkiye’nin, yani AKP Hükümetinin tutumu da doğrusu Arap dünyasında camiden çıkan kalabalıkların “Allahuekber”li ve İsrail’i lanetleyen beddualarını aşmıyor. Ama AKP Hükümetinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin davası konusundaki tutumu ne onlar kadar masum ne de onlarınki kadar az zararlı!
ülkenin Cumhurbaşkanı İsrail’in Mescid-i Aksa’da yaptıklarını “alçaklık” olarak suçlayıp İsrail’e verip veriştirmekle “İsrail’e çok sert tepki göstermiş” oluyor. Basın İsrail karşısında hiçbir gerçek etkisi olmayacak ama İsrail’in “Bakın Türkiye bize karşı saldırgan antisemitist bir kampanya yapıyor” diyeceği bu söylemi alkışlayıp manşetlere çekiyor.
ülkenin Başbakanı da olup bitenler karşısında Bursa’daki kalabalıklar karşısına çıkıp; “Kudüs bizim hem ilk kıblemizdir hem de tarihin bize emanetidir. Kudüs bize Hz. ömer’in, Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın emanetidir. Son Osmanlı askerinin emanetidir. Herkes unutsa da Kudüs bizim davamız olmaya devam edecektir. Kimse bize dönüp de Kudüs sizin davanız değildir diyemez. . . Hama’yla Halep de öyle… Suriye’nin de Filistin’in de sahibi biziz!. . “
Bu konuşmayı yapan yıllarca Dışişleri Bakanlığı yapmış, dahası Türkiye’nin son 10 yılında dış politikasının mimarı sayılan şimdi de Başbakan olan zat!
Konuşmanın içeriğine bakarsanız; Hazret, Bursa’da hitap ettiği kalabalığın önüne düşüp Kudüs’ü zapt edecek!
öyle ya başka türlü İslam’dan da öte Osmanlıcılık ve Türkçülük üstünden kalabalığı böyle kışkırtmamın başka ne nedeni olabilir ki?
‘RUH İKİZİ’ HüKüMETLER!
Tabii maksat Kudüs’ün kurtuluşuna destek olmak, Filistin davasına bir nebze yardım etmekse!

Bu konuşmayla Türkiye’nin Başbakanının Filistin davasına en küçük katkısı olamayacağını gözü milliyetçilik ya da şeriatçı hikayelerle karartılmamış herkes bilir. Ama AKP Hükümeti de tıpkı Netanyahu gibi, iç ve dış politikasında en gerici milliyetçi, Türkçü, ve şeriat heveslisi odakların desteğini almak ve onları iç politika amaçları için kullanmak üzere Filistin davasını istismar etmektedir.
Tıpkı Netanyahu’nun gerici Yahudi odakları arkasına almak için Kudüs ve Mescid-i Aksa üstünden provokatif girişimler yapması gibi.
Daha geniş açıdan bakıldığında Netanyahu ve Davutoğlu hükümetlerinin aynı politikayı izledikleri apaçık görülüyor. Onun için de birbirlerine çok sert saldırıyor görünüyorlar. “Görünüyorlar” diyoruz; çünkü gerçekte her iki hükümet de “işler” el altından, (en başta ekonomide ve askeri alanda) gelişerek sürüyor. Ama ortada bir laf savaşı. Küfürler havada uçuşuyor.

Klasik söylemiyle Ortadoğu’da “Ruh ikizi iki hükümet kimdir?” deseniz, herhalde ilk akla İsrail ve Türkiye hükümetleri gelir. Onu için MİT’in MOSSAD, Türkiye’nin İslam-Sünni-muhafazakar(şeriatçı) bir Türk devleti (en kötüsüyle bir Osmanlı) olması için uğraşıyor AKP Hükümeti. Ama bir fark var iki hükümet arasında. İsrail Hükümetinde Netanyahu’nun bu Siyonist, çılgınlığa varan gerici politikasına karşı çıkan bunu açıkça söyleyebilen bakanları var!
FİLİSTİN DAVASININ SIRTINA
SAPLANAN HANçER!

1950’lerden beri Filistin davasının en önemli müttefiki dünyanın ilerici demokrat kamuoyu ve az çok ilerici, halkçı iktidarların bulunduğu ülkelerdir. Ki, bu kamuoyu ve ülkelerin büyük çoğunluğu Müslüman olmayan halklar ve ülkelerdir. Bu desteğin temelinde de Filistinlilerin laik, demokratik bir Filistin mücadelesinin tüm Ortadoğu ve dünya halklarının emperyalizme karşı mücadelesi için önemli olmasıdır.
Ama bir zamandan beri, Filistin davası Hamas üstünden İslamcı, şeriatçı bir çizgiye çekilmek istenirken öte yandan da Türkiye ve gerici Arap rejimleri tarafından bir Arap davası, en fazla da bir İslam davası çizgisine çekilip tecrit edilmiştir.
Bugün İsrail’i şımartan, Kudüs’ü açıkça “ilhak etme” ve Mescid-i Aksa’yı Yahudi tapınağına döndürme girişimlerine cesaret veren de Filistin davasının tecrit edilmiş olmasıdır.
Burada Türkiye’de AKP Hükümetinin iktidara gelerek Filistin davasını İslam davasına hatta İslam’dan da öte Türkiye’nin Yeni Osmanlıcı, Türkçü politikasına bağlama gayretleri Filistin davasının tecridinde son aşamaya karşılık gelmektedir.
Davutoğlu’nun “Bursa nutku”nda ifade edilen politika Filistin halkı için, onu “En radikal biçimde destekliyor görünme” arkasında Filistin davasının sırtına saplanan bir hançer işlevi görecek bir politikadır. Ki, böyle yeni Osmanlıcı Türkiye’nin himayesine girmiş bir Filistin ve Kudüs davasına bırakalım demokratik kamuoyu İslamcı olmayan ülkeleri Arap ülkelerinin, Arap kamuoyunun bile karşı duracağından şüphe edilemez.
FİLİSTİN DAVASININ YENİ BİR
YOLA GİRMESİ İçİN HER ŞEY VAR

Al Kuds al Arabi’nin yukarda sözü edilen, “Filistin davasının yeni bir stratejiye ihtiyacı var”
demesi belki burada anlamlanmaktadır. Filistin davası, Arap dünyası tarafından Arap-İslamcılığa, Türkiye tarafından Türkçü-Osmanlıcılığa çekilerek himayeye alınmaya çalışılıyor. Bu noktada onun laik ve demokratik bir Filistin davası olarak yeniden biçimlendirilmesine, dünyanın ilerici demokrat kamuoyuyla ilişkilerinin yenilenmesine ihtiyaç apaçıktır.
Ortadoğu’da olup bitenler, IŞİD’in sahneye çıkmasıyla, laisizm olmadan bir demokrasi ve özgürlük mücadelesinin güçlerinin birleşmesinin olanaklı olmadığının daha iyi görüldüğü bir dönemde Filistin davasının da bütün dini, ırki gericiliğin sınırlarını aşan yeni bir stratejiyle yenilenmesi artık kaçınılmazdır
11. 11. 2014 – EVRENSEL