Yaşam, varoluş, insan, doğum, ölüm üzerine az kafa patlatmıyoruz. . . Fakat yaşamın bırakın kıymetini bilmeyi, tam olarak ne olduğunu bile kavramaktazorlanıyoruz.
Her okuduğumda hayata ve insana
dair içimi umutla dolduran “Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi”nin yazarı Bill Bryson’a kulak verin:
“Annenizle babanız, daha farklı bir zamanda, belki bir
saniye, belki bir nanosaniye farkla birleşmiş olsalardı, siz burada olmayacaktınız. Büyükannelerinizle büyükbabalarınız doğru zamanda birleşmiş
olmasalardı, siz yine burada
olmayacaktınız . . . “
Böyle geriye sararak gidersek ilginç bir matematik ortaya
çıkıyor:
“Yirmi nesil önce, siz doğabilesiniz diye üreyen insanların sayısı 1. 048. 576’ya yükselir. Otuz nesil önce, atalarınızın toplam sayısı 1 milyarı aşmıştır. . . 64 nesil geriye, Romalılar dönemine giderseniz nihai
varoluşunuzu belirleyen insanların sayısı, tarih boyunca
yaşamış toplam insan sayısının birkaç bin misli çıkar. “
İyi de burada bir yanlışlık
olmalı!
Hepimiz aileyiz
Bryson, “Sorun, soyunuzun saf olmamasından kaynaklanıyor” diyor: “Şu anda kendi ırkınızdan ve kendi ülkenizden biriyle birlikteyseniz, eşinizle belli bir düzeyde akraba olma ihtimaliniz yüksek. Hatta bir otobüste, parkta, kafede etrafınızda baktığınızda gördüğünüz insanların büyük çoğunluğu akrabanız. Hepimiz, kelimenin tam anlamıyla aileyiz. “
Yaşamımıza, kendimize,
yakınlarımıza, hatta bize tamamen yabancı olanlara bakışımızı bu bilgi değiştirmez ise, ne
değiştirebilir?
Genlerimizi herhangi bir başka insanın genleriyle karşılaştırdığınızda bile ortalama %99. 9 aynı çıkar. Geri kalan yüzde 0. 1 oranındaki minik farklılıklar, bize bireyselliğimizi kazandıran şey.
Kısacası, “Bütün dünya kardeş olsa” sözü bir umut veya dalga geçilecek bir temenni değil, gerçeğin ta kendisi!
Evet canlar. . . Sağınıza solunuza bir bakın. Yabancı, X ırkı, Z mezhebi, Y dini diye kategorilere ayırdığınız insanlar, beğenin beğenmeyin, uzak birer akrabanız.
Döverek öldürmek
Irk, etnisite adına tarih boyunca birbirimize yaptıklarımıza baktığımızda, bu bilgiye hiç sahip değilmiş gibi hareket ettiğimiz ortada. Üstelik bugün
de aynı düşmanlıkların, nefretin beslendiğine şahit oluyoruz.
Antalya’nın Kaş ilçesinde Kürtçe
konuştuğu için dövülerek öldürülen Mahir çetin, bunun ne ilk ne de son örneği.
Sevag’lar, Hrant’lar, Hasan’lar, Ali İsmail’ler. . . Saymakla bitiremeyeceğiniz kadar çok insan, Türkiye’de ırkçılık ve nefret suçlarının kurbanları.
Hiçbir alakamız, husumetimizin olmadığı çin’den
bile “hoşlanmayan” bir ülkede yaşıyoruz. Şaka değil! Pew araştırmasına göre, dünyada “çin’i sevmeyen” Japonya ve Vietnam’dan sonra Türkiye,
üçüncü sırada geliyor!
“Kardeşim” diye güya sevdiğin, “etle tırnağız” dediği azınlıklara zulüm yapabilenler, canlarını alabilecek kadar gözü dönenler varsa; çinlisinden zencisine “kendinden saymadığı”
herkesten nefret eder.
Başa dönecek olursak. . .
Aslında nefret ettiği şey, kendi türü, kendi kardeşleri, hatta
bizzat kendisi değil mi?
Ne derseniz deyin, gerçek değişmeyecek: Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Mahir’iz,
hepimiz biriz. . .
CAMİİ, KABATAŞ TUTMADI, KALDI çARŞI* Gezi, dışarıdan bakanlar, olayları yanlı