Kimse bu soruyu “Ben savaş isterim” diye yanıtlamaz. Sorduğunuzda herkes barışçıdır; barışı ister, sadece kişiler değil, devletler de her fırsatta savaşa karşı olduklarını söyler, barışa övgüler düzer. “Savaş isterim” denilmez, denilemez çünkü savaş kandır, acıdır, gözyaşıdır; bu nedenle toplumların hemen tümünde savaş, insani ve ahlaki bulunmaz. Peki tüm toplumlar, halklar savaşı insani, ahlaki bulmuyor ve savaş karşıtlığında ortaklaşıyor ve barış istiyorsa savaşlar neden olur?
Lafı fazla dolandırmaya gerek yok, başka insanlar ya da başka halklar üzerinde
egemenlik-tahakküm kurmak, iktidar olmak niyetindeki herkes, her sınıf, her devlet insani, ahlaki değerleri bir yana bırakmış, barıştan vazgeçmiştir (Tahakküme karşı, özgürlük için yürütülen savunma savaşları bunun dışındadır). Savaşın bedelini ödeyecek olan halklardır. Bu nedenle savaşları halklara kabul ettirmek, meşrulaştırmak son derece önemlidir. Tarihin her döneminde farklılaşmakla birlikte genel olarak, din, mezhep, vatan, millet, toprak gibi toplumda oluşturulmuş değerler, savaşı meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılır ve bu değerler uğruna savaşmak, ölmek, öldürmek kutsanır. Böylece savaşın ardındaki gerçek niyetler de gizlenmiş olur.
Kapitalizmde savaşlar, daha önceki toplum düzenlerine göre çok daha yaygındır. Kapitalizm sermaye birikimine, sermaye birikimi de insanın, emeğin, doğanın sömürüsüne dayanır. Sermayeler arası rekabet, bu sömürünün ulus devlet yapılanması içinde başka ülkelerin, halkların sömürüsü üzerinden yaygınlaşmasını gerektirir. Daha ucuz hammadde, daha ucuz enerji, daha ucuz emek gücü ve daha geniş yatırım alanları ve pazarlara ulaşmak için sermayedarlar devlet aygıtı üzerinden diğer ülkeler üzerinde egemenlik kurmak isterler. Egemenlik istekleri karşısında dirençle, direnişle karşılaştıklarında da savaş yoluyla yani güç kullanarak bu ülkeleri, halkları dize getirmeye çalışırlar. Bugün savaşların önemli bir bölümü ucuz enerji kaynaklarına ulaşmak amacıyla gerçekleşir. Ortadoğu’da on yıllardır süren ve milyonlarca insanın ölümüne ve yerinden yurdundan edilmesine neden olan savaşlar bunun en yakın, en çarpıcı örneğidir.
Bir avuç sermaye sahibinin çıkarı ya da hegemonya heveslisi devlet yöneticilerinin iktidar hırsı için gerçekleşen savaşların bedelini ödeyen her zaman işçi, esnaf, köylü, zanaatkarlardan oluşan yoksul emekçi halk kesimleridir. Dolayısıyla savaşlara karşı mücadele yürütmek de öncelikle bu kesimlere düşmektedir. İşçi sınıfının mücadele örgütü olan sendikaların savaşa karşı mücadelede üstlenmesi gereken rol son derece önemlidir.
Türkiye’de hükümetin bir süredir izlediği dış politika, Ortadoğu’da kanlı bir savaşa da neden olan hesapları içermektedir.
“Yeni Türkiye” nidalarıyla girilen süreçte söz konusu dış politikanın mimarı olan Davutoğlu’nun başbakanlığında kurulacak hükümetin bu hesapları daha da ileri taşıması sürpriz olmayacaktır. Bunun anlamı, Türkiye halkları da dahil olmak üzere Ortadoğu halklarının kanın acının daha da artacağı bir sürecin içine girmekte olduğudur.
Tüm savaşlar gibi insani ve ahlaki olmayan bu savaş oyununun bozulması, halklar arasında yaratılmak istenen düşmanlığa karşı halkların kardeşliğini daha yüksek sesle dillendirmek ve bunun için mücadele etmekle mümkündür.
Savaşa karşı mücadelede savaşın bedelini ödeyen emekçilerin örgütü sendikalara önemli görevler düşmektedir. Sendikaların savaşla mücadelede yapabileceklerinin başında, hükümetin savaş politikalarını durdurmak üzere üretimden gelen gücün kullanılması yani grev gelmektedir. Savaşa karşı etkili bir grev, sermaye ve hükümeti savaş politikalarını gözden geçirmeye zorlayacak; bundan daha da önemlisi savaş politikalarının deşifre edilmesi ve emekçi kesimlerin savaşa karşı mücadeleye katılmalarında etkili olacaktır. öte yandan sendikalar, Ortadoğu’da bir süredir kâr ve iktidar hırsıyla sürdürülen vahşi savaşın acılarını yaşayan halklarla dayanışma içinde olmalı ve tüm olanaklarını seferber etmelidir. Halklarla dayanışma sadece yardım toplayıp, ulaştırmaktan ibaret olmamalıdır. Savaş nedeniyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmış olan Suriyelilerin işçi sınıfının bir parçası olarak kabul edilmeleri ve örgütlü mücadele içerisine katılmaları gerekmektedir. öte yandan Rojava halkının sermaye ve iktidar heveslilerinin yürüttüğü savaşa karşı gösterdikleri onurlu direniş desteklenmeli, görünür kılınmalı ve diğer halkların mücadelelerine esin kaynağı olması sağlanmalıdır. 1 Eylül Dünya Barış Günü, sendikaların savaşa karşı mücadele konusunda mücadelelerini ortaya koymaları için önemli bir fırsattır.
29. 08. 2014 – EVRENSEL