ERGİN YILDIZOĞLU : YENİDEN: İÇ DİNAMİK – DIŞ DİNAMİK (27. 08. 2014)

189

AKP liderliğinde siyasal İslam, hükümete gelir, devleti yeniden biçimlendirmeye başlarken gelişmeler,
“iç ve dış dinamiklerin
çakışması” olarak açıklanıyordu. Bu açıklamayı, içerde demokratik reformlar, dışarda Avrupa Birliği üyeliği anlamına gelen
“uyum
sağlanması gereken”
bir “değişim” fantezisi destekliyordu.

Bu
“çakışma”
Türkiye’nin laik, demokratik, cumhuriyetçi, hatta sosyalist kesimleri, ama özellikle kadınları açısından tam anlamıyla bir trajediye yol açtı. Bu çakışmayı destekleyen fantezi
“geçekleşirken”, “reisin”
işine gelmeyen yasaların askıya alınmasının yanı sıra en son
Ceyda Karan‘a,
Amberin
Zaman‘a yönelik ağır cinsiyetçi saldırılarda (“Melis Alphan, Şirin Payzın, Selin Girit,
Tuğçe Tatari, Banu Güven, Nuray Mert,
Ece Temelkuran”ı da unutmadan) sergilenen dil ve duyarlılıklar bağlamında, dayanılmaz bir
müstehcenliğe
dönüştü….
Yine bir “iç dinamik dış dinamik
çakışması”na tanık oluyoruz.
Ne yazık ki butekrar, bu kez bir komediye dönüşecek gibi görünmüyor. Aksine bu tekrarın ufkunda, birinci
“çakışmanın”
getirdiği trajediyi derinleştirecek, ortaya çıkan müstehcenliği çeşitlendirerek yaygınlaştıracak çok daha büyük bir
trajedi
var.
Birincisi çözülürken ikincisi şekilleniyor
Batı’nın
“ılımlı İslam”, “Büyük Ortadoğu”
projelerinin iflası, Avrupa mali krizinin genişleme dinamiklerine (ve TC’nin üyeliği hevesine) son veren baskıları, Türkiye dış politikasının bölge için vaat ettiklerini yerine getirmedeki başarısızlıkları
“dış dinamiği”iptal etti.

“Değişimin”, “demokratikleşmenin”,
aslında siyasal İslamın iktidarı, toplumu denetim altına alması, şekillendirmesi anlamına geldiği ortaya çıktıkça, dış dinamiğin zayıflamasına da bağlı olarak liberal entelijensiya desteğini çektikçe, bu
“çakışma”denkleminin
“iç dinamik”
yanı da bitti.
“Gezi Olayı”
bu
“bitişi”
henüz ayırdında olmayanlara şiddetli bir toplumsal patlamayla gösterdi.

Şimdi yeni bir
“çakışma”
şekilleniyor. Doğal olarak onun da destekleyici fantezileri var. Yeni “iç dinamiği”
toplumu, devleti, hükümeti ve başkanı
“bir”leştirme
-totalitarizm- eğilimi (son örneği olarak başkanlık sistemine geçiş) oluşturuyor. Devletin baskı ve şiddeti açık biçimlerde kullanma, işine gelmeyen yasaları askıya alma eğilimi; kadınlara yönelik saldırılar; özelde eğitim sisteminde, genelde
“hakikat rejiminde”
İslamlaşma bu iç dinamiğin önemli bileşenleri. Bu iç dinamik, “İslam devrimi“,
“yüzyıllık
temizlik“,
“yükselişimizi engellemek isteyenler”
gibi fantezilerle destekleniyor. Bu

dinamik, hemen Türkiye’nin yanı başında, Irak, Suriye topraklarında gelişen, giderek İslam devleti denen bir olguya karşılık gelen
dış dinamikle, onun birçok unsurunu içselleştirerek çakışıyor.

AKP ve Türkiye (Yeni Osmanlı) siyasal İslamı, dış dinamikten (ilk çakışmadaki gibi) yararlanacağını, onu yöneteceğini düşünüyor. Ama bu kez çok büyük bir hata yapıyor.
Bu dış dinamiği, kendisi dışındaki tüm Müslümanları, “ya biat ya ölüm” ikilemi içinde hedef alan
“Harici”
geleneğin günümüzdeki bir ifadesi olarak şekillenen bir hareketin, IŞİD’in basıncı belirliyor. Bu basınçla dış dinamik hızla toplum tarafından içselleştiriliyor, ülkenin birçok yerinde günlük yaşamın fiziki ve simgesel bileşenlerinin parçası olmaya başlıyor.

Bu süreç AKP önderliğindeki Türkiye siyasal İslamına yalnızca iki seçenek sunuyor; ya kendini korumak için geniş çaplı ve kaçınılmaz olarak şiddet içeren bir temizliğe girişmek ya da bu hesaplaşmayı göze alamayarak tabanının genç ve dinamik unsurlarının giderek bu
“Harici”
geleneğin etkisi altına girmesine, bunun topluma dayatacağı dönüşüme seyirci kalmak; böylece de fiilen halifenin, diğer Müslümanlara karşı açtığı savaşın alanı olmayı kabullenmek.

Bu ikinci seçenek, Türkiye’nin bölge çapında oluşmakta olan bir saflaşmada, bir jeopolitik terimi ödünç alırsak, Batı’nın ve bölge devletlerinin askeri mali gücünün ifadesi bir
“statüko”
blokunun karşısında konuşlanması anlamına gelecektir. AKP ülkeyi birincisi çok kötü, ikincisi felaket anlamına gelen iki seçenekle yüz yüze getirdi.

27. 08. 2014 – CUMHURİYET