ERKAN AYDOĞANOĞLU: MÜLTECİ İŞÇİLER (14. 08. 2014)

256

Suriye’de yaşanan iç savaşın uzaması, başta sınır iller olmak üzere, Türkiye’ye doğru zorunlu göç sayısının artışında önemli bir etken oldu. Savaşın Suriye ve bölge halklarına güvenli yaşam hakkını tamamen ortadan kaldırması, Türkiye’ye doğru yoğun bir mülteci akımı yaşanmasına neden oldu.
Türkiye’de resmi kayıtlara göre 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci var. Kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Suriyeli mültecilerin sadece 250 bini kamplarda kalırken, büyük bölümü, başta Hatay, G. Antep, Adana, Mersin, Ş. Urfa gibi sınır kentleri olmak üzere, metropol illere giderek “kayıt dışı” ya da “kaçak” olarak çalışıp, kendilerinin ve ailelerinin yaşamını sürdürme mücadelesi veriyorlar.
Sınır kentleri başta olmak üzere büyük şehirlerde artık her köşe başında Suriyeli mültecilerle karşılaşmak mümkün.
Türkiye’nin hiçbir “statü” tanımadığı Suriyeli işçilerin hemen her şeyinin “kayıt dışı” olması sorunu daha da büyüten bir işlev görüyor. Mülteci işçiler uygun çalışma ve barınma koşulları aramak yerine, başlarını sokabilecekleri bir yer ve karınlarını doyurabilecekleri bir iş için kendilerine sunulan bütün şartları kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, özellikle son dönemde sayıları belirgin bir şekilde artan mülteci işçilere yönelik kışkırtmaların ve ırkçı saldırıların artmış olması, bir taraftan işçileri bölmenin, diğer taraftan, bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, iş gücü maliyetlerini hayal bile edilemeyecek kadar düşürerek, daha fazla kâr etmenin koşullarını yaratıyor.
Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci işçilerin, patronlar tarafından ucuz iş gücü olarak sömürülmesi pek çok merkezde farklı gerginliklere sebep oluyor. G. Antep, K. Maraş ve Adana gibi illerde doğrudan ekonomik nedenlerin tetiklemesiyle milliyetçi ve ırkçı kışkırtmaların artması ve yaşanan saldırılar, mülteci işçi sorununun Türkiye’de ilk kez bu kadar ciddi bir şekilde gündeme gelmesine, giderek büyüyen ve işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını doğrudan etkileyen bir şekilde öne çıkmasına neden oldu.
Dünyanın her yerinde mülteci işçiler, konumlarından dolayı “en ucuz emek” olarak görüldükleri için çoğunlukla vasıf gerektirmeyen işlerde, çok düşük ücretlerle ve ağır koşullar altında çalıştırılıyorlar. Suriye’de yaşanan iç savaş sonrasında “kayıt dışı” ya da “kaçak” işçi istihdamının belirgin bir şekilde artmış olmasının en belirgin sonucu, zaten düşük olan işçi ücretlerinin aşağıya doğru hareketinin daha da hızlanmış olması. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, çalıştığı yerde insanca yaşamayı sağlayacak, en temel, en asgari haklardan bile yoksun çalışmalarına neden oluyor.
Suriyeli işçilerin çalışma ve yaşam koşulları açısından bugün için “en kötü” haline gelmiş olması, en kötüden yukarıya doğru çıktıkça her aşamada işçilerin birbirine karşı kışkırtılmasını, ortak sınıf çıkarlarına sahip oldukları halde acımasız bir rekabet içine sokularak, patronların istediği koşullarda çalışmak zorunda kalmalarını beraberinde getiriyor.
Mültecilerin göç ettikleri şehirlerde yaşayanların tepkisine neden olması, hatta G. Antep’te, Adana’da ücretleri düşürdükleri, kiraları yükselttikleri, gibi gerekçelerle saldırıya uğramaları ileride yaşanacak çok daha büyük gerginliklerin habercisi aslında. Ancak özellikle sendikaların görmezden gelemeyeceği bir gerçek var ki, bir süredir Türkiye’de bulunan ve büyük bölümünün “geri dönme” koşulu bulunmayan Suriyeli mülteci işçiler, artık işçi sınıfının doğrudan bir parçası haline gelmiş durumda.
Mülteci işçilerin yaşadığı sorunlar, başta “fiili işsizlik” olmak üzere, işçi sınıfını çepeçevre saran sorunları ağırlaştırırken, sendikalara bu alana yönelik faaliyetler planlama ve somut adımlar atma sorumluluğu yüklüyor.
14. 08. 2014 – EVRENSEL