Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma örgütü (OECD), Türkiye’yi yıllardır istihdam biçimleri ve çalışma koşulları açısından en katı mevzuata sahip ülkeler arasında gösteriyor. Türkiye’de esnek çalışma biçimlerinin diğer OECD ülkelerine göre oransal olarak daha az olması ve kıdem tazminatı gibi patronların sırtında büyük bir “yük” olarak görülen az sayıda hak, istihdamdaki “katılığın” en temel nedeni olarak görülüyor.
OECD her yıl, tek tek ülkelerin istihdam yapılarını ve çalışma yasalarını inceleyerek ve çalışma mevzuatının işçilerin haklarını ne kadar koruduğuna bakarak, “işe alma/işten atma” endeksleri oluşturuyor. Bu endeks ile hangi ülkelerde işçilerin daha kolay işten atıldığı ya da işe alındığı belirlenerek, ilgili ülkelerin özellikle yabancı sermaye yatırımları için uygun olup olmadığını ölçülüyor. örneğin bir ülkede işçileri işten atmanın patronlara maliyeti az ise, o ülke yabancı sermaye için “yatırım yapılabilir” şeklinde rapor ediliyor.
OECD, kayıtlı çalışan işçiler üzerinden hesaplanan “işgücü maliyetleri” nedeniyle, patronların aynı artı-değeri elde edememelerinin sermayenin iç bütünlüğünü ve hiyerarşisini bozduğunu, bu durumun “haksız rekabeti” daha da derinleştirdiğini iddia ediyor. Sömürü koşullarının eşitlenmesi, en azından birbirine yaklaştırılması için patronların “elini kolunu bağlayan” yasal mevzuatın değişmesini Türkiye gibi ülkelere ön şart olarak koşuyor. Geçtiğimiz 12 yıl içinde çalışma yasalarında yapılan yasal değişikliklerin gerekçelerine göz atılırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir.
OECD’ye bakarsanız, Türkiye en yüksek kıdem tazminatı düzeyine sahip ilk 20 ülke arasında. İşçilere ödenen kıdem tazminatı miktarının “yüksekliği” işgücü piyasasının katılık düzeyini artırdığı için kıdem tazminatı hakkı bir süredir kaldırılması gereken bir hedef haline getirilmiş durumda. Hükümetin her fırsatta kıdem tazminatı fonunu gündeme getirmesi bu nedenle hiç şaşırtıcı değil.
Türkiye, kıdem ve ihbar tazminatı, haklı ya da haksız nedenle işten çıkarmanın tanımı, haksız nedenle işten çıkarmada ödenen tazminatlar vb üzerinden yapılan değerlendirmelerde OECD ülkeleri içinde hala en katı çalışma mevzuatına sahip ülkeler arasında gösteriliyor.
İş yasasında yapılan değişiklikler ve istihdam paketleri sayesinde patronlara sağlanan kolaylıklarla yıllar içinde ciddi bir gelişim gösteren Türkiye kapitalizmi, sürekli artan ve resmi olarak yüzde 10’a yerleşen yapısal işsizlikten de beslenerek, sömürünün giderek artmasını ve daha da yoğunlaşmasını sağladı. Yetmedi, açıkladıkları teşvik paketleri ile yeni sömürge alanları yaratarak, özellikle bölge illerini Türkiye’nin çin’i haline getirmek için bütün imkanlarını seferber ettiler.
Son yıllarda artış gösteren esnek istihdama dayalı, güvencesiz ve standart dışı çalışma biçimleri, yapılan yasal düzenlemeler yıllardır adım adım hayata geçirildi. Böylece kâr oranlarının artışına engel olan ve sermaye birikiminin istikrarını tehdit eden tam zamanlı, düzenli ve güvenceli istihdam alanları giderek daraltıldı ve taşeron çalışma uygulamaları yaygınlaştırıldı. Üstelik bütün bunlar kamu-özel ayrımı yapılmadan hayata geçirildi.
Türkiye’de işçiler, OECD’nin katı olarak değerlendirdiği bugünkü yasal mevzuata rağmen, anayasal haklarını kullanıp sendikalaştıkları için kolaylıkla kapı önüne konulabiliyor. İşten atılan işçiler patronlarını çalışma Bakanlığına şikayet ettiklerinde ise aldıkları cevap tam bir komedi: “Gidin dava açın”. İşçi sendikalı olma hakkını kullandı diye işten atıldığı, ilgili bakanlığın çözüm olarak “Gidin dava açın” dediği bir ülkede “işten atma endeksi” yükselmesin de ne yapsın!
07. 08. 2014 – EVRENSEL