ASLI AYDIN: AKBABALARA KARŞI BİR DENEYİM: ARJANTİN( 03. 08. 2014)

219

2001’de Doğu Asya krizini takiben Türkiye ile eş zamanlı girdiği krizden bu yana alacaklılarıyla mücadele eden Arjantin’in bu hafta içinde küresel finans çevrelerine olan borcunun bir kısmını ödemeyeceğini açıklaması, özellikle bu çevrelere yüksek borçları olan ve bu nedenle ekonomik, sosyal ve siyasi dayatmalara boyun eğen ülkeler nezdinde tartışmaları ve bir alternatifi gündeme getirdi.
Bugünkü moratoryum süreci, alacaklıların bir kısmını oluşturan “hedge fonların”,
zamanında ödeme yapmadığı gerekçesiyle Arjantin’e mahkeme yoluyla dava açması ve mahkemenin Arjantin aleyhinde karar vererek borcun tümünün hemen ödenmesini hükmetmesiyle başladı. Mevcut durumun sürdürülebilmesi için Arjantinli bankalar borcun 2015’te ödeneceğine dair ABD’li fonlara 250 milyon dolar ödemeyi taahhüt etseler de, hedge fonlar
tahvillerin tam olarak geri ödenmesine ilişkin ısrarlarından vazgeçmedi. Borcunu ödeyemediği için temerrüde düşen Arjantin alacaklılarla son görüşmelerinden de sonuç alamayınca borcu ödemeyeceğini ilan etmiş oldu. Bu arada Arjantin ekonomisine küresel finans aktörlerinden bir darbe daha geldi ve derecelendirme kuruluşlarının not düşürmesiyle birlikte şirketlerin borçlanma maliyetlerini yükseltecek “cezalarla” küresel finans alemi kendisine kafa tutmanın bedelini ülkeye ve en nihayetinde ülke halkına ödetmeye başladı.

1980 sonrası sıcak para şişkinliğiyle kabaran dış borçların yarattığı krizler ve bu krizlerin sosyal ve ekonomik maliyetleri kuşkusuz bugünün de tartışma konusu. Nitekim Yunanistan ve İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinde,
yüksek borçlara karşı IMF-Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu ile oluşan troyka şebekesinin “kemer sıkma” politikaları diye dayattıkları sıkılaştırıcı programın emekçiler üzerindeki yıkıcı sonuçları-işsizlik ve yoksullaştırıcı boyutlarıyla-ortada. Dolayısıyla Arjantin ile yaşanan son gelişme, sürecin başlangıç noktasını 2001 olarak alırsak, küresel aleme dış borcu şişmiş ve hala borçluluk üzerinden büyüme peşinde koşan Türkiye gibi ülkeler için de önemli bir deneyim sunmakta ve bir tartışma alanı açmakta.

Arjantin’in seçimi
Türkiye ve Arjantin, izledikleri IMF programının bir sonucu olarak 2001 yılında şişen ve döndürülemez hale gelen dış borçlarıyla krizin içine sürüklendiler. Arjantin söz konusu dönemde moratoryum ilan etti ve 2003 yılında IMF’ye olan borcunu da ödemeyi reddederek 2005 yılında tüm alacaklılara borcun ancak yüzde 25’ini ödeyebileceğini bildirdi. Bunu duyururken, ülke ekonomisinde yaşanan daralmanın başka bir seçeneğe imkan bırakmadığını öne sürdü ve IMF’nin kendisine sunduğu kemer sıkma uygulaması benzeri bir paketi sosyal harcamaların kısılmaması yönündeki kararıyla reddetti. Bu karar aynı zamanda krizin bedelini ödemeyi reddeden ve sokakları dolduran toplumsal muhalefetin iradesini de gözetmekteydi. Nitekim IMF’ye “direngen” bir tavır koyan Arjantin, uyguladığı görece daha bağımsız politikayla Merkez Bankası’nın elinde bulunan rezervleri sosyal harcamaları gözeten bir büyümeye yönlendirdi ve ekonomik modelde yeni bir sayfa açma gayreti gösterdi.

Benzer bir kriz sürecinden geçen Türkiye ise borç buhranından çıkış haritasını IMF’ye daha fazla teslim olma üzerine kurdu. IMF’nin izinden giderek, küresel sermaye akımlarına karşı oluşan kırılgan yapısını bilhassa daha da derinleştirerek krizi daha fazla sıcak para çekmeye dönük yüksek faiz-ucuz döviz hattında aşmaya ilişkin yapısal dönüşümleri yaşama geçirdi. AKP’nin iktidara gelme dönemine rastlayan bu süreç, AKP’nin elinde daha da hızlandırılarak sermayenin birikim alanlarının reel üretimden spekülatif alanlara kaydırılması, devletin elinde bulunan kamu hizmetleri ve varlıkların hızla satılması, sosyal harcamalardan devletin vazgeçmesi eşliğinde sürdürüldü. IMF’ye olan borçlar
sosyal devletten kalan ne varsa tasfiye edilerek, kamunun yani halkın üzerinde hakkı olduğu ne kadar mal/varlık varsa satıp savrularak ödendi. Dış borç ise artık özele devredilerek ekonominin sırtında ağırlaşan ve en nihayetinde emekçilerin bedelini ödeyeceği kambura dönüştü.

Arjantin, 2002 yılında reel ekonomide yaşadığı yüzde 11’e dayanan sert daralmayı 2003 yılında görece daha nitelikli bir büyümeyle yüzde 9’lara çekerken, Türkiye sıcak paranın yarattığı muazzam şişkinlikle aynı dönemde ekonomideki yüzde 6 daralmayı yüzde 6 büyümeye dönüştürebildi. 2000 yılında Türkiye’deki yüzde 6,5’lik işsizlik bugün yüzde 9,73’lere çıkarken, Arjantin’in 2000’deki yüzde 17 işsizlik oranı bugün yüzde 7’lerde seyrediyor. Dahası Arjantin 2003 sonrası yüksek reel ücretle desteklenmiş iç talebe dayalı bir büyüme patikası izlerken, Türkiye’de son 10 yılda yüzde 30’lara varan reel ücret kayıplarıyla borca dayalı büyüme modeli hakim kılındı. Bugün iki ülkenin reel büyüme oranı yüzde 4 seviyelerinde (2013 itibarıyla Türkiye 4,29, Arjantin yüzde 4,25). Ancak Türkiye bu büyümeyi milli gelirinin yüzde 8’ine yakın bir cari açıkla yani hala yüksek borçla sağlıyor. Arjantin ise milli gelirinin yüzde 1’i bile etmeyen cari açığıyla halkını yüklü bir bedelden daha uzak tutmayı başarabiliyor.

Asıl mesele ekonomik şantaja boyun eğmemede
Güney Amerika’nın üçüncü büyük ekonomisi olan,
10 yılda 173 milyar dolar dış borç ödemiş ve şimdi de 1,3 milyar dolarlık borcu ödeyebilecek kapasiteye sahip Arjantin’in bugün ortaya koyduğu tavır, bir kapris ve bitmek bilmeyen taviz açlığı içinde olan küresel finans sermayesinin ekonomik şantajlarına karşı direngen bir tutumu ortaya koyması bakımından önemlidir. Üstelik söz konusu borcu ödemesi halinde daha önceki yapılandırmalarıyla birlikte faturanın 1,3’le sınırlı kalmayacağını, hatta ve hatta 100 milyar doların üzerine sıçrayacağını ayrıca burada not düşelim. Ve bahsi geçen açgözlü fonlara da olmazsa olmaz bir parantez açalım…
1992’de Avrupa Para krizi, 1994-1995 Meksika Peso krizi, 1997 Asya krizi ve 2008’de ABD’de başlayan Mortgage krizi gibi pek çok finansal krizde büyük rol oynayan hedge fonlar, küresel kapitalizmin hızla finansallaşan ve fonlara geniş hareket alanı açan evresiyle birlikte gelişip serpilen ve küresel piyasalarda etkinliğini arttıran fon şirketleri olarak tanımlanabilir. Genelde değeri düşmüş hisse senetlerini toplayıp aşırı değerli olanlarını açığa satmakla ün kazanmışlardır. Bu nedenledir ki bir lakapları da “akbabalar”dır. Krize sürüklenmiş, borç tuzağına düşmüş ülkelerin borç senetlerini ucuza kapatıp kârı gördükleri anlarda tam bedelini almak için ülkelerin başına üşüşmeleri ile bilinirler. İşte bugün Arjantin örneğinde gördüğümüz vaka da böylesi bir tefeci zihniyetin tezahürüdür.

Şimdi bu zihniyete karşı gelişen Arjantin örneği ise, şebekeleşmiş, kapitalizmin tüm kurumları ve kuruluşlarıyla kolektif bir kapkaççı çetesine dönüşmüş küresel sermayenin dayatmaları karşısında bir deneyimi bizlere sunmaktadır. Bir alternatifi işaret etmektedir. Ve bu deneyim aynı zamanda her sıkıştığı köşeden “faiz lobisi” safsatalarıyla kaçmaya çalışanlara, “IMF borcunu bitirdik” derken tepeden tırnağa ülkeyi borç batağına sürükleyenlere de bir
“hodri meydan” çağrısı niteliğini taşımaktadır
03. 08. 2014 – MUHALEFET