DR. MURAT ÖZVERİ: DAVUTPAŞA İŞ CİNAYETİ DAVASI: ÜST DÜZEY YÖNETİCİYSEN SUÇSUZSUN (19. 07. 2014)

188

31 Ocak 2008’de 21 kişinin öldüğü, 100’den fazla kişinin yaralandığı İstanbul Davutpaşa’daki maytap fabrikasında yaşanan iş cinayeti sonrası açılan ceza davaları yargılaması 7 yıl sürdü ve nihayet sonuçlandı.
Yargılama sonrası bu işyerlerine ruhsat veren Zeytinburnu Belediye Başkanı ve denetleme görevini yerine getirmeyen dönemin Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı bölge müdürü beraat etti. Görevini gereği gibi yapmayan bir yöneticinin mahkum olması bizde pek görülen duyulan bir olay değildir zaten. Pek görülmediği için de yasaların, görevini gerektiği gibi yapmayan yöneticinin cezalandırmasına olanak vermediği yanılgısı vardır.
Bu yanılgıyı yıllardır her yerde görüyoruz. Avrupa Birliği’ne girmenin ulusal bir mesele olarak sunulduğu, birliğe girmenin yaşamımızı olumlu yönde değiştireceği algısının yaratılmaya çalışıldığı dönemdi, medyada Avrupa Birliği’ne girmenin yararlarını anlatma yarışı başlamıştı. Bir televizyon kanalı da Ankara’da buzlarla kaplı kaldırımı gösterip, “Avrupa Birliği’ne girersek, kaldırımdaki buzlar nedeniyle kayıp ayağını kıran insanlar belediyelerden tazminat alabilecekler” diye haber yaparak bu yarışta öne çıkmaya çalışıyordu.

Yasalardaki genel sorunlar bir yana bu haber özelinde ve genelde, yasalar uygun olmadığı için bunlar yaşanıyor sanılıyor ülkemizde. Oysa kaldırımın buzla kaplı olması bir “hizmet kusuru” ise ki öyle, idare Avrupa Birliği’ne girmesek de var olan yasal düzenlemelere göre “hizmet kusuru” nedeniyle ayağını kıran vatandaşa belediye tazminat ödemek zorunda zaten. Bu haber, yasal düzenleme uygun olmasına karşın hukuk pratiğimizde kamusal hizmet verenlerin bu hizmeti gereği gibi vermemeleri nedeniyle sorumlu tutulmalarının ne denli az olduğunun canlı örneğiydi sadece.
Yasalar belediye başkanının görevlerini belirlemiş. Bir işyerinin açılabilmesi için gerekli teknik koşullar yasa ve yönetmeliklerde sıralanmış. Üstelik tehlikeli madde üretimi yapılan işyerleri için özel kurallar öngörülmüş. Şehrin göbeğinde bu yasa ve yönetmelikleri yok sayarak işyeri açan, yönetmeliklerde belirlenen teknik koşullara uymadığı için işçiler ölmüş. Yöneticilerin yargılanabilir olmasını sağlamak için iki-üç yıl süren bir hukuki süreç işletilmiş, dava bu nedenle uzamış, sonuç, “üst düzey yöneticiysen suçsuzsun” diye özetlenebilecek bir yere gelmiş.

Bu anlayışa göre, sermaye birikimi yeterli ölçüde sağlanmadan, sermayenin işini zorlaştıracak yasalar ya kaldırılacak ya da uygulanmayacaktır.

Böylece Birinci Dünya Savaşı sırasında artan karaborsacılıktan yakınanlara da,”70 sente muhtacız” denilen 70’li yılların sonunda altın kaçakçılığı yaparak döviz zengini olup banka kuranlara da, 24 Ocak kararlarından sonra hayali ihracat yapanlara da, “Sermaye biriksin de nasıl birikirse biriksin” anlayışıyla göz yumulmuştur.
özal döneminde işyeri açmak isteyenler için “Bürokrasiyi azaltıyoruz” gerekçesiyle ruhsat verme işlemlerinde işyeri sahibinin beyanı yeterli olarak kabul edilmiş, işçi sağlığı-iş güvenliği, işletmenin yapacağı işe uygun güvenli teknik donanımının olup olmaması sadece bürokratik bir gereklilik olarak nitelendirilmiştir.
“çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz” derler. Haramın helal gibi gösterilmesi için yalana, yalanın doğru gibi kabul edilmesi için paraya gereksinim vardır. Bu ikiliden “haram”, sermaye birikim sürecinin teknik boyutunu; “yalan” ise bu süreci meşrulaştıran ideolojik boyutu oluşturur.
Bize diyorlar ki, “İşçilerin iş cinayetine kurban gitmesi üzücüdür”. Yani, bize diyorlar ki “İşin fıtratında olan” bu olgu nedeniyle yöneticilerin cezalandırılması, sermaye birikim sürecinin aksatılması, işçilerin ölümünden daha vahim bir durumdur.
19. 07. 2014 – EVRENSEL