İBRAHİM Ö. KABOĞLU: NE VESAYET, NE DE SİYASET MAKAMI (10. 07. 2014)

267

Başbakan, çankaya’yı vesayet makamı olmaktan çıkarıp siyasal makama dönüştürme vaadiyle, “Başbakanlık avantajı”nı kullandığını itiraf ederek eşit olmayan ve hukuk-dışı bir kampanya yürütüyor.
VESAYET, HUKUK MU?Ne kadar da zormuş vesayetten kurtulmak? 2007’de, ülke gereksinimleri bakımından gereği yokken, CB’nin halk tarafından seçimi öngörüldü. Gerekçe, “vesayetten kurtulmak” oldu.
2010 Anayasa değişikliğini onaylatmak için kullanılan slogan da, “vesayetten kurtulmak” idi.
Şimdi ise, “beni seçin, vesayet sona ersin” diyor. Eğer seçilirse, gelecek yıl, “partimize Anayasa değişikliği yapabilecek oranda oy verin, başkanlık rejimi getirelim; vesayet bitsin”, denecek.
Ulaşılmak istenen hedef meşru kabul edilirse, bizatihi “Parlamenterizm”in bir “vesayet rejimi” olduğu ortaya çıkmıyor mu? Eğer bu varsayım doğru ise, o durumda, Avrupa kıtası, vesayetçi rejimlerle örülü demektir.
Böyle olmadığına göre, içeride, “vesayet” söylemi, amaca ulaşmak için kullanılan baskı aracından başka bir anlam taşımıyor. Ana hedef şu: “Siyasal münavebe” yolunu tıkayacak derecede iktidar aygıtlarını denetim altına almak. ötesi, Başbakan’ın ağzından: “dönüştürmek”. Kimi? Tabii ki, devleti ve toplumu.
Vesayeti aşmanın biricik aracı, “mill& 523; irade”: Alınan oy, her şeyin üstünde, hatta hukukun.
Kasım 2012’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan öneri için “Türk usûlü başkanlık” denmişti. İlke sorunu nedeniyle, bu metni tartışmadım. Aslında, ne Amerikan veya Fransız, ne de bir Türk usûlü bir model; öngörülen, kişiye göre bir anayasal düzenleme idi: “R. T. Erdoğan’a özgü”.
Bunu, Anayasa yoluyla yapamayan AKP, büyük ölçüde yasalarla yaptı; üstelik Anayasa’ya “açık aykırılıklar” içeren yasalar… TBMM’de görüşülmekte olan torba yasa, CB seçimi öncesi son halkası. özeti şu: Anayasa’ya göre, işlem ve eylemlerini yasalara uygun olarak yapmak zorunda olan Hükûmet ve İdare, kendi eylem ve işlemlerine uygun yasa yapmayı alışkanlık haline getirdi.
Bu bakımdan, AKP için, “çoğulcu değil, çoğunlukçu demokrasi yanlısı” görüşü de, çok geride kaldı. çünkü, -demode bir demokrasi anlayışını yansıtsa da- “çoğunlukçu anlayış”, hukuku dışlamaz. Burada, tam tersine, hukuk yerine, “çoğunlukçu vesayet” geçerli.
“Dinsel vesayet”te meydana gelen çatlaklık olumlu olsa da, bunu “fiil& 523; yönetim” yoluyla onarım gayretkeşliği, hukuku en arka plana itmiş bulunuyor.
Tek teselli, Sünn& 523; mezhepte “monoblok”un kırılmış olması. E. İhsanoğlu’nun CB adaylığı, Sünn& 523;liğin çoğulcu okuyuşunu yansıtmakla, “dünyev& 523;” bakışın ne denli yaşamsal olduğunu bir kez daha doğruladı.
İçeride, “yapay” ve “gerçek” vesayet karıştırıladursun, “iç vesayeti yıkma” sloganını, iktidarı pekiştirme aracı olarak kullananlar, aslında Türkiye’yi “dış vesayet” altına soktu; hem de “mezheb kardeşliği” bulunan terör örgütü vesayetine.
Sonuç, AKP için vesayetten kurtulma mücadelesi, özetle, hukuktan kurtulmak.
YA SİYASET?Başbakan, ısrarla CB makamının siyasal bir makam olduğunu vurguluyor. İhsanoğlu ise, “siyaset-üstü bir makam” diyor. Hangisi doğru?
Yanıtı, Anayasa’da. Sıkça yazdım: Nerede hangi yatırımın yapılacağı veya Hükümet’in liberal mi, yoksa sosyal politikalar mı izleyeceği; TBMM’nin hangi yasayı çıkaracağı CB’nin sorunu değil. Anayasa md. 104’te, CB’nin yetkilerini sayılmış: a) Yasama ile ilgili olanlar, b) Yürütme alanına ilişkin olanlar, c) Yargı ile ilgili olanlar.
Bu yetkiler, CB makamının Hükûmet-ötesi, hatta üç erk-ötesi konumunu gösterir. Birer örnek: Başbakanı, TBMM’de çoğunluğa sahip olan veya güvenoyu alabilecek parti başkanından belirleyecek; Anayasaya aykırı yasayı TBMM’ye geri gönderecek; AYM’ye, siyasal yandaşlık gözeterek değil, uzmanlık-liyakat ilkesine göre üye atayacak.
Şu 4 ilke, CB statüsünün anayasal çerçevesini çizer: Tarafsızlık, gözetme yetkisi, sorumsuzluk ve siyaset-ötesi olma özelliği.
Bu statüsü, Cumhurbaşkanı’nı anayasal fren ve denge mekanizmalarının merkezine yerleştirmekte.
Buna karşın, Cumhurbaşkanlığını siyasal bir makama çevirme iradesi, “Devlet-parti/parti-kişi yönetimi” kurma hedefinden başkası değil.
“Başbakanlık avantajı” itirafı, Cumhurbaşkanlığına giden yolun daha baştan eşit olmayan ve hukuk-dışı bir yarışla çizildiğini gösterir. Bu da, “devletten değil, milletten yana taraf olacağım” sözünü, demagoji ile özdeş kılar. Halkın vergileri, devlet eliyle Başbakan’ın kampanyasına yönlendirilirken, TRT de tekyanlı yayını sürdürüyor. Bu vahim durum, “fiil& 523; başkanlığın” Türkiye’yi nerelere sürükleyeceğini açıkça sergilemiyor mu?
10. 07. 2014 – BİRGÜN