HAYRİ KOZANOĞLU: MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZ OLMALI MI’ (01. 07. 2014)

203

Bilindiği gibi 17 Aralık süreciyle birlikte RTE ve şürekâsının kirli çamaşırları ortaya dökülünce, döviz kurları da hareketlenmiş, TL’den kaçış hızlanmıştı. Ta ki 28 Ocak’ta politika faizi yüzde 4. 50’den yüzde 10’a sıçratılarak kanama durdurulana kadar. Aslında DİBS’nin ikincil piyasadaki faiz oranı zaten yüzde 9’un üzerine oturmuş, piyasada faizler fiilen yükselmişti. Merkez Bankası da artık yüzde 4. 50 den değil yüzde 7. 20 den bankalara borç vermekteydi.
Ortalık biraz durulunca 22 Mayıs’ta MB’nın Para Politikaları Kurulu politika faizini yüzde 9. 50’ye çekti. RTE’nin, Erdem Başçı’ya yönelik “Sen dalga mı geçiyorsun?”, “Yarım puan indirmekle ne yapmak istiyorsun!” şemkirmeleri işte bu kararın ardından geldi. Burada teknik tartışmalara girmenin bir alemi yok; bir ülkenin başbakanı, üstelik de kendi hükümetinin atadığı üst düzey bir bürokrata bu üslupla sesleniyorsa, zaten demokrasiyle bağdaşan bir politik iklimden söz etmenin imkansızlığı aşikar. Toplumun bu üslubu giderek kanıksaması da, otoriterliğe nasıl adım adım sürüklendiğimizin kanıtı.
Belki rejim açısından daha da kaygılandırıcı açıklama, 23 Haziran tarihinde AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’tan geldi. MB’nin Haziran toplantısında faizi 75 baz puan indirimle 8. 75’e çekmesinden tatmin olmadığı anlaşılan Kurtulmuş, “Askeri vesayeti görmek kolay, çünkü elinde tüfek, tankı, topu kullanıyor ve üniformalı. önümüzdeki süreç görünmez, örtülü vesayetlerle mücadele etme dönemidir” diyerek rahatsızlığını dile getirdi.
Demek ki, RTE 10 Ağustos’ta başkan seçilirse, muhalif sinek bile vızıldamayacak. MB bir yana, BDDK, EPDK, SPK benzeri kurulların kağıt üzerindeki bağımsızlıkları da ortadan kaldırılacak. Arkasından basında en ufak bir çatlak ses “medya vesayeti”; bir öğretim üyesinin eleştirilerini dillendirmesi “akademik vesayet”; stadlardan yükselecek bir slogan “tribün vesayeti”, bırakın mitingi filan, en ufak bir yürüyüş, basın açıklaması “sokak vesayeti” diye anında cezalandırılacak. Sanki Kurtulmuş, Ramazan davulunun tokmağını almış, gümbür gümbür faşizmin gelişini ilan ediyor anlayana…

Profesör unvanı da taşıyan Numan Kurtulmuş’un MB’ye yönelik yorumları da, “bqBu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” dedirtecek cinsten. “Araçsal bağımsızlığa eyvallah” dedikten sonra saydırıyor MB’ye. Madem faizlerden müştekisin, araç bağımsızlığı zaten Merkez Bankası’nın hükümete danışmaya gerek duymaksızın, para politikası yürütmesi, diğer bir ifade ile, serbestçe kısa vadeli faizleri belirleyebilmesi demek.

Gelelim, “yüzde 5 enflasyon hedefini” koymak önemli bir hedeftir ama ülkenin normal gelişme potansiyelini ortaya koymak için yüzde 5 kalkınmayı ortaya koymak zarureti vardır. Bu iki politika birbiriyle çelişiyorsa, “efendim MB bağımsızdır, önce aslolan budur, biz buna göre hareket ederiz demem mümkün değildir” ifadesine. MB, enflasyon hedefini hükümetle birlikte belirliyor ve bu oran Orta Vadeli Program’da büyüme beklentisiyle birlikte ilan ediliyor. Yani MB’nin kendi başına iş yapması zaten söz konusu değil. Bankanın amacı ise, “temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır” diye bizzat hükümet tarafından belirlenmiş ve cümle âlem tarafından biliniyor.

Peki,, enflasyon konusunda gerçekten bir sorun var mı? Evet var. Ya hükümet her yıl gerçekçi olmayan hedefler belirliyor, ya da MB bu hedefi tutturmakta yetersiz kalıyor olmalı ki, hep karavana atılıyor. Bunun ceremesini en çok çekenler ise, başta ücretleri yılbaşında belirlenen kamu çalışanları, emekliler olmak üzere çalışanlar oluyor. 2014’te yüzde 5 enflasyon hedeflendi; şimdiden MB enflasyon beklentisini yüzde 7. 6’ya revize etti. Halbuki mayıs itibariyle son 12 aylık tüketici enflasyonu yüzde 9. 66. Gerçi sürekli olarak enflasyonun düşme eğilimine gireceği ifade ediliyor. Hatırlayalım Mayıs 2013 de son 12 ayın enflasyonu 6. 51 idi. Bu da son bir yılda yüzde 3. 15’lik artış anlamına geliyor. Demek ki enflasyonun düşeceğine ilişkin bir garanti bulunmuyor.
Kurtulmuş’un beğenmeyip yüksek bulduğu faiz, aslında enflasyonun gerisinde kalıyor. Diğer bir ifade ile reel faiz eksilerde seyrediyor. Peki o zaman piyasalar son faiz kararına nasıl ılımlı tepki verdi? çünkü ancak iç piyasadaki, özellikle küçük tasarruf sahibi yatırımcılar tüketici enflasyonuyla, faizleri karşılaştırır; tasarruflarının alım gücünün artıp artmadığını sorgular. Buna karşı “sıcak para” teklif edilen faiz bakar, sonra yerel paranın, Türkiye örneğinde TL’nin, döviz karşısında ne ölçüde değer kaybedeceğini kestirmeye çalışır, bunu dolar/avro faiziyle karşılaştırır. Anlaşılan, küresel likidite koşullarının etkisiyle mevcut faizler yabancı fonlar için şimdilik fazla tedirginlik yaratmıyor. Ama her an rüzgâr ters dönebilir, döviz sıçrayabilir, “sıcak para” iyice yüksek faiz talep etmeye başlayabilir.
Şu ana kadar sadece AKP hükümetinin ekonomi politikası zihniyetinin pespayeliğini sergilemeye çalıştım. Buradan Merkez Bankalarının bağımsızlığını savunduğum sonucu çıkarılmasın. Aksine, IMF’nin dayattığı “neoliberal” merkez bankacılığı anlayışının, öncelikle küresel sermayenin çıkar ve taleplerini gözettiğinin bilincindeyim. Neoliberal merkez bankacılığı reçetesinin 3 temel ayağı bulunuyor; (1) Merkez Bankası bağımsızlığı, (2) Enflasyon mücadele üzerine yoğunlaşmak, çoğunlukla “enflasyon hedeflemesini” benimsemek, (3) Para politikasında büyük ölçüde kısa vadeli faiz oranlarına odaklanmak.
Bağımsız Merkez Bankacılığı ise iki ideolojik dayanak üzerinde yükselir. (1) Bazı ekonomik kararlar politikacıların akıl ve eğitimini aşan bir donanım gerektirir. (Bedenimizi nasıl doktorlara emanet ediyorsak para politikaları da uzmanların nazik ellerine bırakılmalıdır. ) (2) Politikacılar sandık vakti yaklaştıkça seçmene rüşvet niteliğinde para politikalarına yönelmekten kendilerini alamazlar. (çocukların aşırı dondurma yiyerek hasta olmasını engelleyen ebeveynlere ihtiyaç duyulur. )
Nitekim 2001 den beri yürürlükte bulunan yeni yasa, Hazine’ye avans vermeyi men ettiği gibi, tarım kesimine destek anlamında bono reeskontlarını da engelliyor. Merkez Bankası’nın istihdamı artırmak, sanayileşmeyi hızlandırmak, belli sektörleri gözetmek gibi, “popülizm diye mahkûm edilen” bir perspektifinin bulunmasına da izin vermiyor. özetle, fiyat istikrarından başka amaç tanımıyor…
Lafta kulağa hoş gelen, kağıt üzerinde demokratik görünen bağımsız merkez bankası, özünde iktisatla-siyaseti birbirinden ayıran neoliberal kurgunun bir gereğidir. Bu kurguya göre, iktisat sade yurttaşların talep ve ihtiyaçlarından bağımsız, piyasa güçlerince belirlenmesi gereken bir alandır. Toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomi tahayyülü bulunan bizim gibiler haliyle bu kurguya itiraz ederler.
Ne var ki, RTE’ninki bu türden bir itiraz değildir. O yasamadan bağımsız, yürütmeden (kabinenin diğer üyelerinden) bağımsız, yargıdan bağımsız, merkez bankasından bağımsız, medyadan bağımsız, üniversitelerden bağımsız, sendikalardan bağımsız, tabii ki muhalefetten bağımsız bir rejim düşlemektedir.
öyleyse söyleyin, “bu rejime ne ad verilir?”
01. 07. 2014 – BİRGÜN