ASLI AYDIN: YAĞMA EKONOMİSİNE KARŞI TOPYEKÜN DİRENİŞ! (17. 04. 2014)

206

Türkiye’de piyasacılığı kutsayan ideolojik bakışı hâkim kılan, AKP döneminde hızlanan ve alanı genişleyen özelleştirme çalışmaları yüksek bir ivmeyle sürdürülüyor. Sanayileşme politikalarının rafa kalktığı, üretimden tamamen vazgeçilmiş bir ekonomi politikasının en doğrudan temas ettiği istihdam alanı ve niteliği de bugün çetin koşullarda devam eden direniş mücadeleleriyle birlikte somut hale geliyor. Üretimsiz/ranta dayalı ekonominin giderek daha geniş oranda reel üretime ikame edilmesi, daha borçlu, daha dışa bağımlı yani daha ‘muhtaç’ bir ekonomi yapısını ortaya koyuyor. Bu yapıda da ülke kaynaklarının hızla satılmasına, fabrika, maden ocağı, orman, arazi, dere demeden elden çıkartılıp paraya tahvil edilmesine ihtiyaç duyuluyor.
Bir taraftan devlet merkezli spekülatif rant ekonomisinin zorunlu bir sonucu olan, diğer bir yandan da yeni bir rant dağıtım kanalı olarak karşımıza çıkan özelleştirmelere genellikle “bahane” olarak iki gerekçe sunulur: bunlardan ilki özelleştirmeye konu olan şirketlerin devlet elinde zarar etmesi, ikincisi ise kamu kesiminin borcunun finansmanı için gerekliliği.
1-Zarar değil kâr ediyor
özelleştirmelerin toplumsal faydayı yok sayarak, emekçinin iş kapısını daraltarak, kamusal kaynakların ve işletmelerin daha nitelikli bir yaşam için değil, sermayenin al-satçı yaklaşımıyla ticarethaneye dönüşmesine yol açarak sattığı işletmeler öncelikle zarar değil kâr etmektedir. örneğin bugün öİB önünde polisin gazına, copuna rağmen kararlı bir direnişi büyüten işçilerin bulunduğu Yatağan Termik Santral, Maden-İş’in hazırladığı bir rapora göre
kömür sahasının bulunduğu Güney Ege Linyitleri İşletmesi’nde 2012 yılında 245 milyon lira, 2013’ün 6 ayında da 113 milyon lira kâr elde etmiştir. Söz konusu bu işletme Muğla’da kurumlar vergisi sıralamasında birinci, Türkiye genelinde ise 41. sırada yer almaktadır.

2- Kamu borcu küçülmüyor
Bakıldığında 2003-2013 yılları arasında özelleştirme gelirleri 65 kat artmış. Yani taş toprak su demeden varlıklar satıp savuşturulmuş. Bu muazzam gelir nereye akmış sorusunun karşılığı ise tam bir muamma. çünkü sözde borçlar için “ihtiyaç” hasıl edilen bu gelirlerin borçları da kapatmadığı görülüyor. 2003 yılında toplam kamu borcu yaklaşık 194 milyar dolar iken 2013 yılında bu rakam 298 milyar dolar olmuş. Yani yüzde elli borçlar daha da büyümüş. Toplam dış borçta ise bu süre aralığındaki artış oranı %186!. Bilindiği gibi Sayıştay raporları artık AKP ile birlikte denetime kapalı olduğu için bu paraların nereye gittiğini maalesef bilemiyoruz (!).
özelleştirme işsizliği, güvencesizliği, sendikasız çalışmayı getirir
Kamu işletmeleri devletin kamusal alanda sosyal faydayı sağlamak, kamu yararını gerçekleştirmek, sosyal devlet anlayışının gereklerini yerine getirmek için kurduğu ekonomik mal ve hizmet üreten işletmelerdir. Bu kurumların özelleştirilmesi ise, geniş anlamda devletin iktisadi faaliyetlerinin azaltılması ya da bu fonksiyonlarının tümüyle serbest piyasa koşullarına devredilmesi olarak tanımlanmakta, kamusal hizmetlerin yönetimi ve mülkiyetinin özel kesime devredilmesi, serbest piyasanın “meta” ilişkisine bırakılması anlamını taşımaktadır. Kamu istihdamının nicel ve nitel biçimleri de bu el değiştirmede ciddi bir dönüşüm sürecine maruz kalmaktadır. Kabaca bu dönüşümde sözleşmelilik esasına dayalı kadrolar genişletilmekte, güvencesiz, esnek ve ucuz işgücü çalıştırma yaygınlaştırılmakta, sigortasız çalıştırmanın olanakları çoğaltılmakta, kadın ve çocuk işçiliğinin önü daha da açılmaktadır. KİT’lerde yer alan istihdam biçimlerinin yüzdelik dağılımı bu konuda son derece yol göstericidir. örneğin özelleştirmelerin yaygın bir devlet politikası haline dönüştüğü 80’li yılların sonunda KİT’lerde istihdam edilen memurların oranı %26 idi. 2011 yılında bu oran %3’e indi. Aynı periyotta sözleşmeli personel oranı 3,17’den %43,74’e çıktı. İşçilerin oranına ise dikkat: %53!
Yatağan işçileri hepimizin geleceği için direniyor
Hal böyleyken bugün yerin yedi kat altından kömür çıkartmak için, bu ülkenin enerjisini sağlamak için emek veren işçilerin özelleştirmeye karşı yürüttükleri mücadele toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmesi ve büyütülmesi gereken bir mücadeledir. Eve gelen yüksek faturaların, çift haneli enflasyonun, güvencesiz ve düşük ücretlerin, en temel hakların bile paralı hale getirilmesinin lokomotifi buralardır ve üreteninden tüketenine kadar topyekûn bir mücadeleyle karşı konulmalıdır.
17. 04. 2014 – BİRGÜN