İBRAHİM Ö. KABOĞLU: ŞİMDİ HUKUK ZAMANI. . . (03. 04. 2014)

264

Seçim zaferi sarhoşluğu geçmeden yeni seçim söylemi mi gündeme oturacak, yoksa önce, siyasal kirlenme, hukukun süzgecinden geçirilebilecek mi?
Hukuksuzluğun sandıktaki payı…
Siyasal görüşü ne olursa olsun kimse, 16 Aralık 2013’ten
bu yana tanık olunan hukuk dışı ve fiili yönetimi inkâr edemez. Kuşkusuz, hukuku üreten demokrasi olsa da, hukuksuz demokrasi düşünülemez.
AKP’nin hukuktan hoşlanmadığı, başta Anayasa ve uluslararası kuralları ayakbağı olarak gördüğü bilinmekte.
çok partili demokrasi döneminde, hukuk kurallarının konmasındaki özensizlik ve yürürlükteki kurallara saygısızlık konusunda hiçbir siyasal çoğunluk, bu denli ileri gitmedi veya gidemedi.
Ne var ki, AKP, 17 Aralık’tan bu yana, yargılanmamak ve yargılatmamak için, hukuku “askıya aldı” ve
“fiili bir yönetim” kurdu. 30 Mart seçimleri öncesi sandık vurgusu sıklığı, demokrasiyi “sandık çoğunluğu”na indirgeyen bir yaklaşımı sergilemiş olsa da, hukuka sürekli meydan okuması, çok daha vahimdi.
Ne olursa olsun Hükûmet,
ciddi iddialarla karşı karşıya bulunan yakınlarını yargılatmadan;
rüşvet-yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarmaları nedeniyle paralel devlet/çete olarak nitelediği Cemaat mensuplarını yargılamadan,
yerel seçim sürecini kotarmayı başardı. Böylece, bir yandan,
dosyaları oluşturan emniyet ve yargı mensuplarına karşı eylem ve işlemleri gayrı meşru, hatta hukuk-dışı bir
tarzı yansıttı; öte yandan, haklarında cezai kovuşturma başlatılan kişileri, ya hapisten çıkardı veya hapse girmelerine engel oldu, ya da dosyalarını kararttı…
Rüşvet-yolsuzluk dosya hazırlayıcılarını darbecilikle suçlayan AKP, aslında darbeyi kendisi yaptı. Devlet’in sacayağından ikisini (yargı ve emniyet), tamamen kendisine bağladı. Seçime böyle bir ortamda gitti. İzlenen bu yolun, sandıktan çıkan oyda etkili olduğu kuşkusuz. Bunun oranını araştırmak ise, siyasal davranış uzmanlarının işi. Türkiye’nin ikili yerel yönetime geçişi de, ayrıca tartışılmalı. Bu yazının konusu, bundan sonrası ve hukuk:
Acil hukuk…
Sandıkta yenilseydi;
bundan, “paralel devlet” ve -kendi nitelemesiyle- işbirlikçileri sorumlu tutulacaktı. Şimdi ise, hiçbir mazeret kalmadığı gibi korku da yok: Artık hukukla sınav zamanı.
Kim talep edecek? Başlıca üç düzlem var:
– Siyasal çevreler: Muhalefet partileri, siyasal denetim yolunu işletmek ve yargısal denetim yolunu açmak için TBMM’yi etkili bir platforma dönüştürebilmeli…
– Sivil toplum kesimleri: önce kırsal kesimler, sonra kentliler, yaşam alanlarını sahiplenme mücadele yol ve yöntemlerini sürekli geliştirmekte. Bunları, ulusal ve uluslararası ölçekte yargısallaştırma
bilincini de giderek daha yoğun biçimde sergilemekte. 16 Aralık ve sonrası, ortalığa saçılan paketler ve örtbas edilen dosyalar üzerine artan duyarlılık, Mayıs eylemleri ile kitlesel nitelik kazanacak görünüyor…
– Hukuk uygulayıcıları: Yürütme (Hükûmet ve CB) tarafından
kotarılan “yargı darbesi”, yargı mensuplarını “demokrasi aktörü” olmaktan alıkoyarak, hukukun siyaseti temizlemesini engelledi. Artık, yargının kaybedeceği bir şey yok; hırpalandığı kadar aşağılandı da. Onların yeniden atağa geçmesinde, YARSAV/YARGISEN ve Demokrat Yargı Derneği, itici güç olarak işlev görebilir.
Sandık ve hukuk
Demokrasinin gerekli, ama yeterli olmayan koşulu sandık ile hukuku birbirine karıştırmamalı. Nasıl ki sandık, seçim hukukunun en ayrıntılı kurallarına uyulması ölçüsünde geçerli olur ise; sandıktan çıkan çoğunluğun ülkeyi yönetmesi de, hukuka saygı çerçevesinde mümkün. Oy, siyasal nitelik taşımakta ve hukukun suç saydığı işlem ve eylemleri temizleme gücü taşımamakta. Bu işlem ve eylemlerin hukuk süzgecinden geçmesi şart…
Seçim, hukuku erteletemez
Hükümet istikrarı, AKP için övünç kaynağı. Ne var ki, sürekli
seçim ve siyasal istikrarsızlık baş aktörü, yine kendisi. Şimdi, AKP’nin seçimleri öne geçirerek hukuku arka plana atma olasılığı yüksek. Ne var ki, art arda seçimler, hukuku işletmemenin bahanesi olmamalı…

Ana muhalefete düşen
Siyasal denetim ve yargı denetim yolunun açılmasında
daha etkili olabilmesi, “sağ, sığ ve slogan” siyasetinin ötesine geçebilmesi ölçüsünde mümkün. Kürt sorununun çözümü konusunda kartlarını masaya koyamayan CHP, Anayasa’yı da büyük ölçüde ıskaladı. Hukuku, siyasette kirlenmeyi önlemenin etkili aracı olarak
kullanmak için, en azından, “Türkiye Anayasa projesi”ni ortaya koyabilmeli. Eğer bunu yapamaz ise, sol bir parti olması bir yana, “eşitlik/özgürlük ve demokrasi” gibi ortak değerlerin aşınımından payını daha çok alır.
03. 04. 2014 – BİRGÜN