HAYRİ KOZANOĞLU: ZINDIKLARIN ENFLASYONU DA FARKLI (11. 02. 2014)

202

Bilindiği gibi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Ocak ayı Tüketici Endeksi’ni (TÜFE) aylık bazda 1. 72’den 1. 98’e, buna göre oluşan yıllık enflasyonu ise yüzde 7. 48’den 7. 75’e düzeltti. Bu düzeltmeye sehven yapılan hatalı veri girişinin neden olduğu açıklandı. İşin garip yanı hatanın “Alkollü İçecekler ve Tütün” ana grubundan kaynaklanması. İnsanın içine bir kurt düşüyor ve ister istemez, “acaba bilinçli olarak zındıkların enflasyonu 7. 75, yoksa bu meretleri zinhar ağzına koymayan mümin vatandaşınki 7. 48 mesajı mı veriliyor?” diye düşünmeden edemiyor. Diğer bir ihtimal ise, alkol ve tütün grubuna o denli sık vergi konuyor ki, veri girişleri bile bu tempoya ayak uyduramıyor şeklindeki açıklama. Hatırlarsınız 1 Ocak’la birlikte alkol ve sigara yüklü bir vergiyle yeni yılın siftahını yapmıştı. Velev ki kabul ettik “sehven” açıklamasını…
Bu “sehven” kelimesi giderek günlük yaşamımızın bir parçası haline geldi. En son Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), haber niteliği taşıyan internet sitelerine de sehven “uyarı mesajı” gönderildiğini açıkladı. Zaten öSYM’nin düzenlediği sınavların hiçbirisinde şaibe tartışması eksik olmuyor, her defasında “sehven” hatalar yapıldığı beyan ediliyor. Sizce bu durum yakın gündemin revaçta diğer bir sözüyle “manidar” değil mi ?
Art niyet bulunmadığını kabullensek bile, demek ki kamu hizmetlerinde sürekli hata yapmaya elverişli bir ehliyetsizlik söz konusu. “Liyakatin ölümü” diyebileceğimiz, hükümet çevrelerine yakınlığın, tarikat, cemaat bağlarının kamuda işe almada belirleyici hale geldiği; eğitim, bilgi, beceri ve deneyimin piyasa değerinin TL’den daha hızlı irtifa kaybettiği bir dönemden geçiyoruz. Eğitim sisteminin lime, lime döküldüğünü, kadınların işgücüne katılımının ancak yüzde 30’u bulduğunu da hatırlarsak buna şaşırmak için bir neden bulunmadığını görürüz.
Eğitimin Belirsiz ZaferiNobel ödüllü Hintli iktisatçı Amartya Sen, son kitabı “Belirsiz Zafer” üzerine yapılan bir söyleşide ekonomik kalkınmada eğitimin öneminin üzerinde bir kez daha duruyor. Japonlar, “Biz , Avrupalı ve Amerikalılardan farklı değiliz; geri kalmamızın nedeni eğitim düzeyimizin onların ayarında olmaması” dedikten sonra tüm ağırlıklarını eğitim ve araştırmaya veriyorlar. 60’ların başında Türkiye’yle aynı kalkınma düzeyine sahip Güney Kore de başarıyı aynı zihniyetle yakalıyor. Ardından “Asya Mucizesinin” diğer sacayakları Singapur, Hong Kong ve Tayvan geliyor. Türkiye ise, insanların çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlamak için aşırı bir özveriye katlanmasına karşın eğitimde aynı başarıyı yakalayamadı; 12 Eylül sonrası dönemin “Türk-İslam Sentezi” anlayışı, AKP iktidarı ile birlikte daha da muhafazakar ve mezhepçi bir nitelik kazandı. Türkiye Batı’nın bilim, eleştirel akıl, aydınlanma gibi değerlerinden giderek uzaklaşırken, aynı Batı’nın sermayesinin müptelası haline geldi.
Bu köşede de sürekli vurgulandığı gibi Türkiye son yıllarda 60 milyar dolarlarda seyreden cari açığının finansmanı için yoğun sermaye girişine gereksinim duyuyor. Dünya Bankası’nın son Küresel Ekonomik Beklentiler raporuna göre, 2000-2013 yılları arasında sermaye akımlarının, Türkiye’nin de arasında bulunduğu 60 gelişen ülkeye yönelik tavrı yüzde 60 civarında küresel ekonomiye ilişkin dışsal etmenler, yüzde 40 civarında ise ülkelerin kendi içsel etmenlerinden kaynaklanıyormuş. ABD kısa vadeli faizleri yüzde 3. 8, miktarsal genişleme politikaları yüzde 12. 8, ABD’deki uzun ve kısa vadeli faizler arasındaki ilişki yüzde 20. 1 ve “endişe endeksi” diye de anılan Oynaklık Endeksi (VIX) ise yüzde 25. 7 etki yapıyormuş.
AMB Pas Geçtiİşte ekonomisi bu denli dış etmenlere bağımlı ülkemizde 6 Şubat günü gözler Avrupa Merkez Bankası’na çevrildi. çünkü en son, yıllık enflasyonun yüzde 0. 7’ye kadar gerilemesiyle Avro Bölgesi’nde deflasyon tehlikesi artmıştı. Fiyatların sistematik gerilemesi olarak tanımlanan deflasyon, bazı iktisatçılara göre enflasyondan da habis bir illet. çünkü hane halkı fiyatların düşeceğine inanıyorsa, faizler ne denli düşük düzeylerde de seyretse, “aynı malı yarın nasıl olsa daha ucuzu alırım” düşüncesiyle tüketimini erteliyor. Talep buz kesince fiyatlar daha da keskin biçimde inişe geçiyor. Borçlu şirketler bankalara ödemelerini aksatıyor, bankacılık sistemi sallanıyor, borçlu hükümetlerin ödeme yükü, fiyatların gerilemesi nedeniyle durduk yerde ağırlaşıyor. İşte bu kısırdöngüyü kırmak veya yaklaşan tehlikeyi püskürtmek amacıyla Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) faiz indirmesi veya sterilizasyon adı verilen piyasadan likidite emme operasyonunu durdurması bekleniyordu.
Türkiye’nin ağzının suyunun akmasına neden olan, ikincisi, yani ayda 150 milyar avro düzeyinde bir paranın piyasada bırakılması ihtimaliydi. Bunun gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin bu paradan nasibini alacağı, TL’nin değer kaybını durdurup, cari işlemler açığının finansmanında nefes alması bekleniyordu. Ne var ki deflasyon tehlikesini o denli yüksek görmeyen ECB bu adımı atmadı, bizim hükümet erkanının hevesi kursağında kaldı.
Aslında Avrupa da Türkiye ekonomisindeki çalkantıyı endişeyle izliyor. çünkü TL’nin dolar ve avro karşısında değer kaybetmesi, döviz cinsinden emek maliyetlerini aşağı çekiyor. Avro krizi, ortak paraya sahip olmaları nedeniyle devalüasyon marifetiyle rekabet gücünü artıramayan Güney ülkelerinin, “iç devalüasyon” tabir edilen, ücretleri düşürmekten medet ummalarına yol açıyordu. Şimdi Yunanistan, Güney Kıbrıs başta olmak üzere İspanya, Portekiz hatta İtalya TL’nin ucuzlamasının turizm sektöründe Türkiye’nin rekabet gücünü artırmasından, bunun da hafif kıpırdanmaya başlayan ekonomik büyümelerini olumsuz etkilemesinden çekiniyorlar.
Türkiye’nin insan hakları, basın özgürlüğü, kanun hakimiyeti gibi konularda standartları AB ülkelerinden çok geride de olsa, ekonomileri ortak bir zihniyetle, neoliberal bir kurguyla yönetiliyor. Neo-liberalizm bilindiği gibi krizin faturasının emekçilere yüklemekten başka yöntem bilmiyor. Bu Avro bölgesinde de böyle, Türkiye’de de…
12. 02. 2014 – BİRGÜN