Sıradan, çok tanıdık bir soruyla yola koyulalım: Ekonomideki en can alıcı sorunları önemine göre sıralayınız… Yanıtlar arasında cari açık veya dış açık mutlaka ilk sıralarda yer bulmaktadır. Üstelik artık klasik deyişle “sokaktaki insan” cari açığın ekonomideki döviz açığı anlamına geldiğini çoktan öğrenmiştir. Son dönemde önü alınamaz bir hızla yükselen kur (dolar, avro), haklı olarak diğer önemli ve endişe verecek bir sorun olarak belirmektedir. Cari açık ve baş döndürücü hızla yükselen kur bir bütünü oluşturmakta, uygulanan politikanın ekonomiyi sürüklediği açmazı ve kaçınılmaz sonu gözler önüne sermektedir.
Kurun, özellikle de doların seyri ve etkileri günlük yaşamın bir parçası haline geldiği ve fiyat artışı üzerinde doğrudan etki yarattığı için büyük merak ve endişeyle izlenmesi kaçınılmaz ve doğaldır. Aslında endişelenmesi gerekenlerin başında sorumluların bulunması gerekir. Kimler mi’ “TL’yi aslanlar gibi koruduklarını” beyan eden TCMB başkanı, uygulanan strateji ve politikayı belirleyen Para Politikası Kurulu üyeleri, doğrudan hükümet, açık pozisyona sürüklenmiş özel sektör (bankalar ve banka dışı firmalar)… Düşük kur uygulamasında ısrar edenler ve bundan her türlü rant elde edenler sorumludurlar.
Gelelim cari açığa. Gazetelerin ekonomi sayfalarında ve köşe yazarlarının sütunlarında birçok kez verilmiş olmasına karşın bir kez daha tekrarlayalım: TCMB verilerine göre 2003-2013 (Kasım) döneminde cari açık 341,9 milyar dolara ulaşmıştır.
Şimdi yukarıda yer alan ilk soruyla doğrudan bağlantılı olmakla birlikte pek sorulmayan bir soruya yer verelim: Yuvarlak hesapla 342 milyar doları kimler yedi’ Bu kadar büyük döviz açığı verildiğine, sürekli ve giderek artan açığa yol açan bir politikada ısrar edildiğine göre birilerinin şu veya bu biçimde izlenen politikadan hoşnut olması ve çıkar sağlaması gerekir. Üstelik toplamı 342 milyar doları bulan açık, düşük kur, yani TL karşısında düşük değerli dolar (ve avro), bir başka deyişle aşırı değerli TL uygulaması dünya piyasalarına göre yüksek faiz koşullarında sürdürülmüş ve oldukça bol keseden yabancı kaynak kullanılmış ve borçlanılmıştır.
Resmi yetkililerin ve hükümet politikalarını savunanların çok iyi bilinen “artık IMF’ye borcumuz kalmadı, bu kuruma borç veriyoruz” gibisinden sakız olmuş ve çiğnendikçe çürümeye yüz tutmuş söylemleri hiçbir anlam ifade etmemektedir. Ucuz döviz furyasında ölçüsüz borçlanan ve açık pozisyon veren özel kesim ekonomiyi taşınması son derece güç bir mali yükümlülük altına sokmuştur. Tekrar etmek pahasına bir kez daha belirtmek de yarar var; Türkiye’nin 2013 yılı Eylül ayı itibariyle 372,6 milyar dolar olan dış borcunda özel kesimin payı 255,3 milyar dolardır, yani toplamın yüzde 68,5’i özel kesimin borcudur. Özel kesim borcunun yüzde 42’si kısa vadelidir. Türkiye’nin Kasım 2013 tarihinden itibaren bir yıl içinde ödemek zorunda olduğu toplam borç tutarı 129,4 milyar dolardır. Türkiye ekonomisinin cari açığı finanse ederken dış borç servisini (ana para + faiz) yerine getirmesi gereklidir.
Hızla yükselen kurun bir yandan ithalatı frenlerken, diğer yandan ihracatı artıracağı, daralan dış ticaret açığına bağlı olarak cari açığın da düşürüleceği ileri sürülebilir. Geçmişte kaldığı söylenen ve dalgalı kur rejiminde artık terim olarak bile kullanılmamaya çalışılan, klasik deyişle devalüasyonun çok bilinen geçici etkisine (ithalatı kısıtlayıcı, ihracatı özendirici) bel bağlanması, çaresizlikten başka bir şey değildir. Ayrıca dışarıdan kısa vade ağırlıklı sermaye girişine tamamen bağlı büyümenin, bırakınız sermaye kaçışını, girişte aksama olduğu anda sürdürülemeyeceği iyi bilinmektedir.
Para Politikası Kurulu’nun 21 Ocak tarihinde faiz oranlarına doğrudan müdahaleden kaçınma kararı ve karardan dolayı kurulu tebrik eden Başbakan… Çiçeği burnunda Ekonomi Bakanı’nın işlerin tıkırında yürüdüğüne ilişkin evlere şenlik açıklamaları, Maliye Bakanı’nın aynı paraleldeki görüşü ve Başbakan Yardımcısı Babacan’ın birçok kez yinelediği ekonomideki çalkantıların geçici olduğu, seçimlerden sonra her şeyin güllük gülistanlık olacağına ilişkin bıkkınlık veren söylemi… Hepsini altalta veya yana koyunuz ve mevcut ekonomik ve siyasi ortamda değerlendiriniz.. Bu söylemin Davos’ta sürdürüleceğinden eminiz ancak söylem ve gerçeğin örtüşmediği ortadadır.
Şimdi tekrar yazı başlığını oluşturan soruya dönelim: 342 milyar dolar nereye gitti, kimler nemalandı’ Acaba 342 milyar dolar açığa yol açan, kısacası başkalarının parasıyla keyfine bakarak gününü gün edenler kimlerdir’ Yanıt bellidir: Oluşturulan çarpık ekonomik yapı ve AVM ekonomisi paraları çarçur etmiştir. Ancak mutlaka dikkate alınması gerekli nokta 17 Aralıkta patlak veren rüşvet ve yolsuzluk skandalıdır. Skandalın tüm boyutlarıyla aydınlatılması paranın ne kadarını kimlerin yediğini gösterecektir.
Milyarlarca dolar dış kaynak kullanan ve toplumu dış borç altına sokup uluslarası düzeyde en kırılgan ekonomilerin ön sırasına oturtanlar ve yasal olmayan yollardan parayı yiyenler faturayı üstlenmek zorundadır. Durum gerçekten ciddidir çünkü Türkiye ekonomik krize çok yakın bir noktadadır.
‘25.01.2014 – SOL