Bilindiği üzere aylardır reklamı yapılarak toplumun geniş kesimlerinin beklentisinin yükseltildiği AKP’nin meşhur ‘demokratikleşme paketi’ 30 Eylül 2013 tarihinde açıklanmıştır. Bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, her fırsatta ezilmiş, ötekileştirilmiş, dışlanmış kesimlerinin adına bile yer verilmeyen, demokrasi ve barışçı çözüm ihtiyacına cevap vermekten çok seçim yatırımı olarak tasarlanan söz konusu paketin açılışından bugüne 12 günlük süre içerisinde yaşananların sadece bir kısmına göz atıldığında AKP’nin demokrasi gibi bir derdi olmadığı, aksine demokrasi kırıntılarını bile ‘paketleyerek’ rafa kaldırmayı hedeflediği görülmektedir.
AKP’nin ‘demokratikleşme paketinin’ ilanının hemen ardından tüm kamuoyu; orantısız güç kullanımını eleştiren akademisyenlere “dağa çıkın” diyen rektörlerin, Cemevi isteyenlere “camiye gelin” diyen politikacıların, “Cemevleri teröristlerin merkezi olmamalı” diyen eski yazar-yeni vekillerin beyanatlarına tanıklık etmiştir.
Demokrasiyi adeta iktidarının cebinde taşıdığı, halka istediği zaman atomlarına bölerek dağıtmayı lütfettiği bir şey olarak görenlerin icraatları elbette ki bu kadarla sınırlı değildir.
Son 12 günde yaşananlar 11 yıllık AKP iktidarının kısa bir özetidir.
Devletin kolluk güçleri ve sivil faşistlerin işbirliğiyle katledildiği kanıtlanan Ali İsmail Korkmaz ile ilgili haber takibi yapan gazeteci için kabadayı ağzıyla “Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun” diyerek tehdit maili atan Valiler mi isterseniz? Yoksa muhalif akademisyenlerin odalarının kapısını kırıp eşyalarını dışarı attıran dekanlar mı? Dokuz yıl sonra toplanan Çalışma Meclisi’nde sendikaların, işçilerin görüşlerini dinliyormuş gibi yapıp sonuç bildirgesini sermayenin beklentilerine göre yazanlar mı ararsınız? Yoksa ‘kamu hizmetlerinin sunumunda kılık kıyafete özgürlük getirdik’ diye böbürlenirken bir TV kanalının kadın sunucusunun giydiği elbiseyi derin! eleştiri konusu yapan, işten atılmasını sağlayan hükümet sözcüsü mü?
Üniversite yurtlarında tacize maruz kalan kız öğrencilerin yaptığı eylemi ‘politik eylem yapıyorsunuz’ diyerek tehdit eden emniyet! görevlisi mi ararsınız? Yoksa polise, savcı izni bile olmadan potansiyel tehdit olarak gördüğü insanları ‘önleyici gözaltı’ yetkisi veren yasa hazırlığı mı?
Yaşam alanlarının ‘kentsel dönüşüm’ adı altında rantsal dönüşüme peşkeş çekilmesine karşı çıkan halka ateş açarak bir gencimizin hayatını kaybetmesine yol açan uyuşturucu çetelerini korumak için delileri karartan devletin kolluk görevlileri mi istersiniz? “Tüm çalışanlara iş sağlığı ve güvenliği getireceğiz” deyip kamudaki uygulamayı bir torba yasa ile 2016’ya erteleyenler mi? Yoksa 13 yaşındaki çocuk işçi Ahmet Yıldız’ın ölümüne sebep olan işverene 30 bin TL ceza verip 24 ay taksite bağlayan hukuk garabetine imza atanlar mı?
Sadece son 12 gün içinde yaşanan bu gelişmelerden sonra toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı hızlandıran, liberal-muhafazakâr ittifakın siyasi ayağı AKP iktidarından emekçilerin, işçilerin, toplumun yoksullaştırılmış, dışlanmış, ötekileştirilmiş kesimlerinin yararına bir hat izlemesi beklenebilir mi? diye sormak gerekiyor.
Demokrasi AKP’nin Paketine Sığmaz!
Açıklandığı günden bugüne “demokratikleşme paketi” hakkında çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Ancak yapılan değerlendirmelerin önemli bir bölümünde bazı temel noktalar ıskalanmıştır. Öncelikle AKP’yi bir “demokratikleşme paketi” açıklamaya mecbur bırakan nedir? AKP iktidarı durup dururken mi böyle bir paket açıklamaya karar vermiştir? Sorusunun yanıtı üzerinde yeterince durulmamıştır.
Her şeyden önce AKP’nin “demokratikleşme paketi” gökten zembille inmemiştir. Yaşam pratiği halkın bilfiil mücadelesi olmaksızın, siyasi iktidarların inayetiyle elde edilmiş herhangi demokratik hak olmadığını defalarca ispatlamıştır.
Tarihi darbelerle, temel insan hakları ihlalleri ile yüklü olan ülkemizde gerçek bir demokrasi için mücadele dün başlamamıştır. Hele de 12 Eylül faşist askeri darbesinin ürünü anayasanın ve Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası, Toplantı Gösteri ve Yürüyüşleri Yasası, İş Yasaları gibi temel yasaların sadece siyasi iktidarların çıkarları doğrultusunda rötuşlanmaya devam edildiği koşullarda; eşit, demokratik, özgür bir ülke için mücadele çok daha fazla anlam kazanmıştır. Bu mücadelenin yükseldiği dönemlerde siyasi iktidarlar ve etrafında kümelenmiş kesimler, durağanlaştığı ya da gerilediği dönemlerde ise emek ve demokrasi güçleri kan kaybetmiştir.
Kısacası sınıflar mücadelesinden kopuk olarak değerlendirmeyecek bu süreçte siyasi iktidarlar değişen koşullara göre yeniden yapılanmaya yönelik adımları kendileri tercih ettikleri için değil, zorunlu kaldıkları için atmıştır.
Bu bağlamda AKP iktidarınca 30 Eylülde açıklanan demokratikleşme paketi Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü sürecinde yürütülen tartışmalarla birlikte gündeme gelmiştir. Korku imparatorluğundan, imparatorluğun korkusuna geçişte kırılma noktası olan Gezi Direnişi, AKP iktidarının halkın talep ve beklentilerine cevap verme konusundaki kısırlığını bir kez daha gözler önüne sermiş, gerçek bir demokrasiye olan ihtiyacını net olarak ortaya çıkarmıştır.
Demokrasinin halkın hak ve özgürlük talepleri ile kopmaz ilişkisini kavrayan, halkın beklentilerine cevap veremeyecek bir noktaya savrulduğunu gören her siyasi iktidar bu beklentilere yanıt vermek için bir yenilenmeye ihtiyaç duyar. Oysa 12 gün önce Başbakan Erdoğan’ın, iktidarının belirlediği gazeteci ve yazarların katıldığı basın açıklamasında tirat atarak ilan ettiği “demokrasi paketi”nde gerçek bir demokrasinin izlerini dahi görmek mümkün değildir. Çünkü pakette yer alan düzenlemeler ülke halklarının ve toplumsal kesimlerin beklentilerine cevap vermemiş; AKP’nin 11 yıllık yönetme mantığının devamı çerçevesinde, üzeri “özgürlük” adıyla kaplı bir gericilik anlayışının meşrulaştırılmasına dönük bir adım olarak karşımıza çıkmıştır.
Sendikal hakların önündeki kısıtlamaların ve engellemelerin kaldırılması bir yana emekçilerin esamesi dahi pakette okunmamaktadır.
Ülkemizde hala faşist 12 Eylül Anayasası’nın sendikal hak ve özgürlüklerle ilgili kısıtlayıcı hükümleri korunmaktadır. Bugüne kadar, çoğu AKP döneminde olmak üzere gerçekleştirilen sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin yasal değişiklikler, var olan koşulları ilerletmek bir yana daha da geri bir noktaya sürüklemiş, 1982 Anayasasının yasakçı zihniyeti devam etmiştir. Emeğin değerini aşağılayan, emekçilerin iradesini yok sayan bu zihniyet anayasada korunmaya devam ettiği sürece demokratikleşme sağlanması olanaksızdır. Bu kapsamda değerlendirildiğinde pakette çalışma yaşamı ve örgütlenme özgürlüğü konusunda en ufak bir ilerici adım bir yana, açıklama dahi yer almamaktadır. Bu durum, özelleştirme, taşeronlaştırma, piyasa tahakkümünün yaşamın her alanına nüfuz etmesi, emeğin esnek ve güvencesiz istihdam biçimlerine hapsedilmesi, ücretlerin giderek daha sert bir şekilde baskılanması için, sendikal hak ve özgürlükleri aynı oranda baskı altına alan AKP iktidarının emek mücadelesinin önünü tıkamadaki ısrarını ortaya koymaktadır.
AKP’nin piyasacı, gerici, ırkçı, otoriter ve cinsiyetçi yüzünü bir kez daha görünür kılan söz konusu pakette Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne dair somut bir adımın yer almaması barış sürecine ilişkin samimiyetten uzak tutumunu bir kez daha ortaya koymuştur. Paket AKP’nin yaklaşık dokuz aydır süren çatışmasızlık ortamının yarattığı olanakları kendi ihtiyaçlarına uygun bir yönelime sokmaya çalışma ısrarını gösterirken barışa yönelik bütünlüklü bir projesinin olmadığını kanıtlar niteliktedir.
Paketin içindeki sınırlı ‘iyileşmelerin’ çoğu zaten günlük yaşam ve mücadele içerisinde kazanılmış haklardan oluşmaktadır. Buna rağmen sanki iktidarın bahşettiği hak gibi gösterilmesi samimiyetsizliğin ayrı bir boyutudur.
Demokrasiyi otuz yıldır prangalayan “seçim barajı” konusunu, var olan %10 seçim barajını da alternatifler arasında sıralayarak sadece tartışmaya açıyor görünme çabası ise söz konusu paketin en trajikomik yanıdır.
Paketin “en ilerici” adımı olarak gösterilen anadilde eğitim hakkı, sadece parası olanın sahip olabileceği, devletin kamusal bir hak olarak görmezden geldiği bir hizmet olarak sunulmuştur. Diğer bir ifade ile eşitlik ihlali devem ettirilmiştir.
Öte yandan Alevilerin eşit yurttaşlık talebinin de görmezden gelindiği pakette Alevilere dair yer alan düzenlemeler Sünnilik ekseninde Alevilere devletin dinin dayatılmasından ibaret kalmıştır.
Kısacası, ülkenin demokratikleşmesi bakımından olmazsa olmaz önemde olan Kürt sorunu, örgütlenme, laiklik, ifade ve basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklere ilişkin ilerici bir yaklaşımı AKP’nin paketinde görmek mümkün değildir. Her ağızlarını açtıklarında ‘ileri demokrasi’ nutukları atanların zihinlerinde demokrasinin kırıntısının olmadığı paketlerine de yansımıştır. Biat kültünden beslenenlerden, çoğulculuğu değil çoğunlukçuluğu temel alanlardan demokrasi beklemek için iyi niyetten daha fazlasına ihtiyaç olduğu bir kez daha görülmüştür.
Öte yandan AKP’nin, 11 yıllık iktidar pratiğine baktığımızda “demokratikleşme paketinde” işçilerin, kamu emekçilerinin sosyal-ekonomik ve politik istemlerine, Kürtlerin eşit ve özgür yurttaş olarak kabulüne yönelik taleplerine, Alevilerin beklentilerine yer verilememesi şaşırtıcı değildir.
Çünkü AKP iktidarı attığı her adımda çoğulcuğu değil, çoğunlukçuluğu temel almıştır. Devletin yapısı iktidar olmasını, iktidarda kalmasını sağlayan çoğunluğun ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılmıştır. Devlet, liberal-muhafazakâr sosa batırılmış katıksız bir neoliberal ideolojinin rehberliğinde şirket mantığıyla yeniden yapılandırılmıştır. CEO’luğunu başbakanın, yönetim kurulu görevini ise bakanlar kurulunun yaptığı bu şirketleşme adım adım parlamentoyu işlevsizleştirmiştir. İktidarın anti demokratik uygulamalarına karşı çıkan, sesini yükselten tüm kesimleri baskı altına almak için polis-şirket devletinin olanakları seferber edilmiştir.
Diğer taraftan AKP, tüm topluma ve yansıması olarak kamu alanına cinsiyetçi, piyasacı, muhafazakâr ve otoriter ideolojisini dayatmaktadır.Yaşamın her alanı siyasal İslam’ın referanslarına göre yeniden tasarlanmaktadır. Başta 4+4+4 olmak üzere çıkardığı yasalar ve uygulamalarla farklı inançları yok sayarak zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din derslerini ısrarla ve inatla kaldırmayarak çocuklarımızı okullarda inançlarına ve cinsiyetlerine göre ayrıştırarak, işyerlerinde mescitler açarak sistemin yeni sahibi rolünü sürdürmektedir.
Bu noktada “demokratikleşme paketinde” kamuda sözde kılık kıyafet özgürlüğünün yalnızca başörtüsü üzerinden formüle edilmesi AKP’nin kendi siyasal tercihlerini toplumsallaştırmanın ve kendi tek tipini yaratmanın bir adımıdır. Kılık kıyafet üzerinden dinin siyasallaştırılması ötekileştirici ve ayrımcıdır. AKP’nin kamuda siyasi, dini sembolleri araç olarak kullanmasını “özgürlük” olarak değerlendirmek mümkün değildir. Toplumsal yaşamda dini duyguları istismar eden, farklılıkları dışlayan her adım ayrıştırıcıdır. Olması gereken, devletin dinden elini çekmesi, farklı kimliklerin, inançların karşısında tarafsız olmasıdır.
Paketin Olumlu Yanı!
Gerçek demokrasinin siyasal iktidarların bahşettiği kadarla yetinmekle değil, talepleri için mücadele etmekten geçtiği gerçeğini tekrar hatırlatması AKP’nin “demokratikleşme paketinin” tek olumlu yönüdür.
Bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, ezilmiş, ötekileştirilmiş, dışlanmış kesimlerinin, adına bile yer verilmeyenlerin bu paketten çıkaracağı en önemli ders gerçek bir demokrasinin iktidarların lütfuyla değil, ancak ve ancak halkın, emekçilerin örgütlü mücadelesi ile inşa edilebileceğidir.
Demokrasi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik talep eden milyonların talepleri karşısında yelkenlerini şişiren rüzgârın gücünü kaybetmeye başlayan, gerçek demokrasinin önünde baskıcı ve gerici bir mihrak olarak duranlardan demokrasi beklemenin hayal olduğu bu paketle net olarak anlaşılmıştır.
Bugün Türkiye’de toplam 51 KESK yönetici ve üyesi, onlarca öğrenci, gazeteci-yazar, siyasetçinin tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen Terörle Mücadele Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu orta yerde dururken demokratikleşmeden bahsetmek mümkün değildir. Hele hele emeğin, emekçinin adının bile anılmadığı bir paketten demokrasinin çıkması imkansızdır.
Demokrasi, eşitlik, kardeşlik, özgürlük taleplerini görmezden gelerek halkı oyalamaya çalışanları uyarıyoruz. ‘Ben yaptım oldu’cu tek adam diktasında emin adımlarla yürüyen, Suriye ve Irak tezkereleri ile emperyalizmin taşeronluğunda ülkeyi savaşa sürükleyenler gerçek bir demokrasinin inşası için çok geç olmadan halkın taleplerine kulak vermelidir. Ülkenin yıllardır birikmiş sorunları, halkın taleplerini taksit taksit seçim yatırımına dönüştürmeyi hedefleyen “paketlenmiş yalanlar demeti” ile çözülemez.
Eğer demokratikleşmeden bahsedilecekse örgütlenme hakkının ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasıyla başlanması gerektiği açıktır. Aksi durum; yani AKP iktidarının, halkın taleplerini dikkate almadığı, baskıcı rejimini artırdığı her an ‘paketlenerek” tarihin çöplüğüne atılacağı günü yakınlaştırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Yürütme Kurulu