CEM KİRAZOĞLU: FUTBOL VE HAYAT FENA HALDE BİRBİRİNE BENZER (25.09.2013)

232

Futbol dünyada yıllardan beri devletlerin kitleleri yönlendirme, kitlelerin gazını alma aracı olarak kullanılagelen bir siyaset alanıdır aslında.  “Futbola siyaset karıştırmayalım”, “futbola siyaset karıştırılmamalı”, “futbol sadece bir oyundur”, vs. türünden birtakım içi boş laflar televizyonlardaki futbol tartışma programlarında bol miktarda tüketilir. Aslında futbol, fena halde hayata benzer. Bu söz, yıllar öncesinin önemli bir sinema filminden (Dar Alanda Kısa Paslaşmalar) Savaş Dinçel’in oynadığı karakterin bir repliğinin (Hayat futbola fena halde benzer) tersine çevrilmişi. Futbol ve hayat fena halde birbirine benzer. Bu yüzden de, futbol zaten siyasi bir olgudur.
Futbol ve hayat fena halde birbirine öyle bir benzer ki, herkes kendisini futbol ile ifade etmenin yolunu bulur. Kadınların bir kısmı bile, toplumsal rol dönüşümünü futbol üzerinden yaşamaya çalışmışlardır. Oynarken, seyrederken, çocuğu, genci, yetişkini, yoksulu, zengini, solcusu, sağcısı, politikacısı, bürokratı, askeri, sivili, her cinsel yönelimden kişisi, vs. kendini futbol ile ifade eder. Ve belki de bu yüzden futbol endüstriyel bir pazar haline gelmiştir: toplumun, birbiriyle çatışmalı ya da çatışmasız her kesiminden bireyinin izlediği ya da içinde yaşadığı bir oyun olduğu için… Böyle bir oyun olduğu için büyük yatırımların yapılabildiği ve üzerinden büyük paraların kazanıldığı bir pazardır futbol.
Endüstriyel bir pazar olduğu sürece de futbola siyasetçi ya da siyasi partiler ve devlet el atar. Belirli düzeyde bir sermayenin birikim imkânı bulması herhangi bir yaşam alanını siyasi bir olguya nasıl dönüştürüyorsa futbolu da, öyle, siyasi bir olguya dönüştürmüştür.Siyasi iktidarlar da futbol olgusunu siyasi gündemi yönlendirmek, insanların dikkatlerini dağıtmak ve onların gazını almak amacıyla kullanırken futbolun aktörlerinin (seyirci, futbolcu, kulüp sahibi ve yöneticileri, teknik ekip, vs.) apolitik olduğunu, yani politikayla ve politika yapmakla ilgilenmediğini varsayar.
Ama bu varsayım, Gezi Parkı direnişi sırasında sarsıldı ve siyasi iktidar neye uğradığını şaşırdı. Doğrusu, birçok kişi şaşırdı. Hiçbir futbol takımının taraftarı olmayanlar içinde bile takım tutmaya başlayanları görmek mümkün oldu. Tuttukları takım da Çarşı taraftar grubunun etkisiyle Beşiktaş oldu. Böylesine etki yaratan bu durumun yansımaları tabii ki olacaktı. Tıpkı üniversitelere yaptıkları gibi futbol maçlarına da bol miktarda polisin sokulması, maçlara girenlerin fişlenmesi ve etiketlenmesi, futbol olgusunu bir siyasi yönlendirme aygıtı olarak kullanmakta ustalaşmış olan devletin artık bu aygıttan korktuğunun göstergesi. Bu korku, tanıdık bir reflekse yol açmış olabilir. Bu hafta sonu Beşiktaş-Galatasaray karşılaşması sonunda yaşanan olay da bu korku kaynaklı refleks bağlamında değerlendirilmelidir.Bugüne kadar devlet, futbolu kitlelerin gazını alma aracı olarak kullanırken, bugün ise futbolun en çok denetlenmesi gereken ve müdahale edilmesi gereken bir siyasi süreç olduğunu düşünmektedir. Kısacası kullandığı silah (!) kendisine geri dönmüştür. Futbol denilen, fena halde hayatla benzeşen bu siyasi süreç, halkın devletle olan ilişkisi bağlamında özellikle de sol örgütler içinde yeniden ele alınmalı ve incelenmelidir.
25.09.2013 – EVRENSEL