GENEL BAŞKANIMIZ MUSTAFA ÇINAR IN BAŞKANLAR KURULU AÇILIŞ KONUŞMASI

318

IMF ve Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü baskısıyla işbirlikçi hükümetler aracılığıyla tüm Dünyada özellikle 80’li yıllarda uygulanmaya konulan neo-liberal politikalar, ülkemizde ise 24 Ocak kararlarıyla ilk adım atılarak ağırlıkla 90’lı yıllardan itibaren uygulama alanı bulmaya başlamıştır. 90’lı yıllar boyunca iktidara gelen hükümetler tarafından çekingen atılan adımlarla uygulanmaya çalışılmış, 95’lerin sonlarında bu süreç hızlandırılmış ve AKP Hükümetinin iktidara gelişi ile birlikte çok uluslu şirketler, yerli işbirlikçileri ile cesur adımlara dönüşmüş, bugün ise son rötuşları aynı hükümet tarafından yapılmakta ve tasfiye süreci tamamlanmaktadır.Daha önceki iktidarlar tarafından yarım kalan yada başarılamayan özelleştirmeler tamamlanmıştır. (SEKA, TÜPRAŞ, ERDEMİR, TELEKOM, TEKEL vb.) Kamusal alanın tasfiyesi ise son aşamasına gelmiştir. (Maliye, Gelir İdaresi, TÜİK, Sosyal Güvenlik alanı)Devletin tarıma verdiği kurumsal ve maddi destek ise tamamen ortadan kaldırılarak küçük çiftçi tasfiye edilmeye çalışılmakta, halen %35 olan tarımla uğraşan nüfus ABD’ye uyum çerçevesinde %8’e kadar indirilecektir. Temel insan hakkı olan eğitim, sağlık, adalet ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmetleri piyasalaştırılarak paralı hale getirilmektedir. İşçi sınıfının mücadelesi sonucu kazanılan sosyal hakların tamamı ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.Tüm bu politikalar özelleştirilen kamu kurumlarında binlerce özelleştirme mağduru yaratmaktadır. Bu politikalar sonucu işsizlik oranı her geçen gün artmakta, ülke nüfusunun %10’u işsizler ordusunu oluşturmaktadır. Bu yoksullaştırma politikaları sonucu gençleri fuhuş, tiner ve kapkaç batağına yitmekte, tüm halkın geleceği karartılmaktadır. Bu politikalar, ülkemizi emperyalist tekellerin cirit attığı bir mekana dönüştürmektedir.Genelde kamu çalışanları, özelde ise büro emekçilerinin bu politikaların sonuçlarından etkilenmediği yada etkilenmeyeceğini söylememiz mümkün değildir. IMF’ye olan borçların ödenmesi açısından önemli bir tasarruf kalemi olarak görülen kamu çalışanlarının ücretlerinin ve sosyal haklarının her IMF programı sonucunda budanmasında herhangi bir sakınca görülmemiştir. Kamu hizmeti üreten kamu çalışanları eğitime, sağlığa, ulaşıma ve enerjiye daha fazla para ödemek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla kamu çalışanları da bu yoksullaştırma politikalarından nasibini almıştır. Bu yüzdendir ki kamu çalışanları hareketinin başarılı olma şartı, kendisi gibi yoksullaştırılan, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi hakları elinden alının, güvencesizleştirilen ve geleceksizleştirilen emekçi halka buluşmasına bağlıdır.İçinde bulunduğumuz dönem işsizlerin de içinde bulunacağı, üretim ilişkilerinin ve istihdam politikalarının yoğun olarak tartışılacağı bir dönemden geçmekteyiz. Sendikamız belirtilen konulara ilişkin bütünlüklü olarak bir perspektif geliştirmek durumundadır.Özellikle kamu emekçilerinin karşı karşıya kaldığı tehlikelerin başında, çalışanları etkisizleştiren ve örgütlenmeden uzaklaştıran, diğer bir deyişle kamu çalışanlarını devletin lehine örgütleyen politik argümanlar her geçen gün sistem tarafından kamu çalışanlarına dayatılmaktadır. Özellikle toplam kalite çalışmaları, esnek ve kuralsız çalışma biçimleriyle norm kadro uygulamaları, çalışanlara bir silah gibi kullanılmakta, performans sistemi dayatılmaktadır. İş güvenceleri konusunda ise devlet memurları kanununun her dönem olduğu gibi bu dönemde kamu çalışanlarına bir tehdit unsuru olarak dayatılmak istenmektedir. 90’lardan bugüne neo-liberal politikaların uygulanmasında egemenlerin ciddi yol aldığı görülmektedir. Bu politikaların son halkası olan devlet memurları kanununa ilişkin düzenleme ise önümüzdeki süreçte çalışanları bekleyen iş güvencesini tehdit eden bir tehlike olarak durmaktadır.İşkolumuzda bulunan birçok kurumda uzmanlaşma furyası devam etmektedir. Bu uygulama ile üretilen kamu hizmetlerinin parçalanmışlığı ve ücret adaletsizliğinin her geçen gün derinleştiği bir olgu ile karşı karşıya kalınmakta, çalışma barışı bozulmakta, çalışanların psikolojisi bozulmaktadır. Bu noktada sendikamız başta uzmanlaşma olmak üzere birçok alanda örgütsel perspektifini oluşturmak ve tüm kamu çalışanlarının kabulleneceği bir anlayış haline getirmek durumundayız.SS-GSS Yasasının Anayasa Mahkemesi’nce bazı maddelerinin iptal edilmesi bir olumluluk olmakla birlikte, bu yasanın tamamen geri çekilmesi gerekmektedir. Siyasi iktidara ise bu alanda yapılacak norm ve standart birliğine ilişkin bu yasanın yeniden ele alınması başta sendikamız ve sendikalar olmak üzere akademik çevreler, demokratik meslek örgütleri ile emekten ve demokrasiden yana olan güçlerin onay vereceği bir düzenlemenin yapılması konusunda baskı yapılması ve mücadele edilmesi gerekmektedir.Anayasa Mahkemesi’nin bu düzenlemeye ilişkin iptal kararı anayasa aykırılığı yönünden değil, devlet memurlarına yönelik bir düzenlemenin de olması gerektiği anlayışıyla hareket ederek öze yönelik olmayan bir iptal durumu söz konusudur. Bizler bu durumu doğru kavrayıp, nasıl bir sosyal güvenlik istediğimizi en geniş kesimlere anlatmak durumundayız.Gelir İdaresine yönelik yaşanılan belirsizliğin ortadan kaldırılması yönünde çalışmalar hız kazanmalı, düzenleyici kurum olan Maliye Bakanlığı’na yönelik örgütsel baskımızı ve mücadelemizi yükseltmek durumundayız. İşkolu bütünlüğüne ilişkin ise açığa çıkacak sorunlara yönelik örgütsel bütünselliğimizi geliştirerek ve müdahalemizi örgütsel kültür ve anlayışımıza uygun olarak yerine getirmeliyiz.Ülkemiz çok önemli süreçlerin yaşanacağı bir dönemden geçmektedir. Bu sürecin alt başlıkları:a ) Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler,b) Kürt sorunu,c) Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına yönelik düzenlemeler,d) Hapishanelerde yaşanan tecrit.Seçim atmosferi ülkeyi sardıkça AKP’nin başını çektiği liberal, gerici cephe ile ulusalcı cephe arasındaki çatışmanın dozajının giderek arttığı bir dönemde, gazeteci yazar, aydın Hrant DİNK’in öldürülmesi ile başlayan bir başka tartışmanın yaşanacağı dönem içerisine girmekteyiz. Hrant DİNK’in öldürülmesi başta Kürt, Ermeni sorunu, Kerkük, Kuzey Irak ve Avrupa Birliği gibi konu ve politikaların iç içe tartışılacağı ve birçok sonuçların kimi çevrelerce farklı farklı değerlendirileceği bir noktaya evrilmektedir. Toplumsal muhalefet ve ilerici sol güçler açısından seçimler ve Hrant DİNK cinayeti doğru bir perspektifle alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada yapılacak doğru değerlendirmeler, içinde bulunduğumuz dönem açısından birleşik muhalefetin ve emek cephesinin yaratılmasına katkı sunacaktır.Başta emek ve demokrasi güçleri ile toplumun diğer kesimleri ‘Türkiye Barışını Arıyor’ konferansında açığa çıkan ve kamuoyuna yansıyan Kürt sorunun geldiği noktayı doğru algılayıp, her kesimin örgütsel görev ve sorumlulukları çerçevesinde Kürt sorununun çözümü için yeniden kardeşleşme mücadelesine katkı sunmalıdır.Kürt sorununun çözümü noktasında Amerikancı savaş kışkırtılıcılığa, ulusalcı, baskıcı ve Amerikancı kamplaştırıcı politikalara karşı barış ve kardeşlik mücadelesi halkların ortak barış ve özgürlük kavgasının yükseltilmesiyle mümkün olacaktır.Ülkemizde yaşanan cezaevi ve F tipi sorunu hala devam etmekte, son olarak Av. Behiç AŞÇI, Gülcan GÖRÜROĞLU, Sevgi SAYMAZ’in yapmış oldukları eylem ve kamuoyunda yaratmış olduğu etki ve yaratınla duyarlılık sonucu Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeye bağlı olarak eyleme ara verilmesi olumlu olmakla birlikte, esas itibariyle cezaevi ve F tipi sorununa köklü ve kalıcı bir çözümün açığa çıkması için mücadelenin yükseltilmesi, tüm demokrasi güçleri açısından bir görev olarak hala durmaktadır.Kamu hizmetlerinin tasfiye süreci, personel rejimi yasasıyla birlikte değerlendirildiğinde, daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağımız bir gerçektir. Bu nedenle bugün sağlık hakkı, eğitim hakkı, yaşama ve barınma hakkı gibi temel hakların alınması konusunda örgütsel mücadeleyi yükseltmenin seçeneğinden başka yol gözükmemektedir.[kck]/p