Türkiye’de siyasal iktidar bir yandan yüzünü (Körfez ülkeleri ile yeniden kurulan ilişkilerin yanı sıra) yeni soğuk savaş dönemi dünyasında Rusya ve Çin’den oluşan Doğuya döndürdü. Diğer yandan, içinde bulunduğu derin ekonomik krizden çıkabilmek, dış borçlarını çevirebilmek ve kapıdaki döviz krizini öteleyebilmek için de (en azından 2024 yılında yapılacak olan yerel yönetimler seçimleri sonrasına) Batıdan gelecek büyük boyuttaki sıcak paraya ihtiyacı var.
Kuşkusuz her iki kutup da küreselleşmiş kapitalizmin içinde yer alıyor ve öz itibarıyla birbirinden farklı değil. Ancak liberal demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı, insan haklarına yaklaşım ve ekonomik özgürlükler bağlamında bu iki kutup arasında küçümsenemeyecek farklılıklar var. Örneğin Batıda gelir ve servet dağılımı eşitsizlikleri çok daha fazladır ama siyasal iktidarı arkasına almış bazı gangster sermayedarların ya da politikacıların başkalarının malına, mülküne yasa dışı yöntemlerle çöktüğüne pek rastlanmaz.
Kısaca, fiili olarak, demokratik hakların kullanımı, insan hakları, özgürlükler ve ekonomik hak ve özgürlükler bağlamında Türkiye (özellikle de 2018 yılından bu yana), Rusya ve Çin’in içinde yer aldığı kutba daha yakın gibi duruyor.
Diğer yandan, ülkenin bu ikircikli durumu onu Batı kaynaklı sermayeyi ülkeye çekme konusunda dezavantajlı bir duruma sokuyor. Ülkede bir süredir yaşanmakta olan ekonomik krizin yanı sıra, ülkeyi yöneten iktidar blokunun Batı karşıtı söylemleri ve genel olarak ekonomik ve siyasal özgürlükler karşısındaki tutumları (hukukun üstünlüğü kuralına ters düşen) yabancı sermaye üzerinde caydırıcı bir etki yaratıyor. Gelen sermaye de ya konut alımı ya da yüksek faiz getirisi gibi spekülatif diğer yatırım fırsatlarından yararlanmak için geliyor.
Oysa Türkiye’nin de bir parçasını oluşturduğu “neo liberalizm” olarak adlandırılan günümüz kapitalizminin olmazsa olmaz üç ayağı var: “Serbestleştirme”, “deregülasyon” ve “özelleştirmeler”. Bunların hayata geçebilmesi için de “mali disiplin” ve “merkez bankası bağımsızlığı” gibi koşulların sağlanması lazım. Tüm bunların genel olarak (burjuva) hukukunun üstünlüğü siyasal çerçevesi altında güvence altına alınması gerekiyor.
Oyun kurallarına göre oynanmalı
Bu yüzden de kapitalist sistem içinde neo liberal bir sermaye birikimi stratejisi uygulayan ülkelerden bu kurallara eksiksiz uymaları bekleniyor. Bu yapılmadığı takdirde, özellikle de finansman açısından dışa bağımlı az gelişmiş ülkelerin dışarıdan fon temin edebilmeleri ya da uzun vadeli yatırım yapan yatırımcı bulmaları zorlaşıyor.
Yani hem hukukun üstünlüğü kuralını çiğneyerek hem merkez bankasının bağımsızlığını yok ederek ve sermaye kontrolü uygulayarak hem de mali disiplinden vazgeçerek neo liberalizme sadık kalınamıyor. Bu da normal koşullar altında, yabancı sermayeye güven verilemediği ve istikrarlı bir ekonomik kazanç sunulamadığı için, kapitalist merkezlerden kaynaklı finansmana yeterince erişilemeyeceği anlamına geliyor.
Böylece, Türkiye ekonomisi gibi yapısal olarak dışa bağımlı, cari açığı yüzde 6 civarında seyreden bir ekonominin içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmesi için (eğer IMF kapısına gidilmeyecekse) ya bu kurallara uyması ya da Rusya, Çin ve Körfez ülkeleri devletleri ve sermaye gruplarına yaslanması gerekiyor.
Türkiye’deki iktidar bloku, jeopolitik gelişmeleri de dikkate alarak, özellikle de 2016 yılından bu yana (ikircikli de olsa), tercihini ikinci seçenekten yana yapmış gibi görünüyor.
Ancak bu da ülkeyi krizlerinden çıkarmaya yetmeyince, bu kez yeniden “faiz lobileri” diye adlandırılan neo liberalizmin mabetlerine dönüyor ve oralardan yardım istiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Hafize G. Erkan bu odaklara ulaşabilen insanlar. Onlardan beklenen de buralardaki paraların bir kısmının ülkeye akmasını sağlamak.
“Parayı kontrol eden dünyayı kontrol eder”
Bunun için de ekonominin yeni yönetimi, öncelikle MB politika faizini yüzde 15’e yükseltti ve faizdeki artış faiz oranı en az yüzde 25 olana kadar devam edecek gibi görünüyor. Buna karşılık döviz kurundaki artış da hızlandı ve örneğin doların kuru birkaç gün içinde 26 TL’yi geçti.
Diğer yandan, oyunu kurallarına göre oynamanın da ağır bir bedeli de olacaktır. Öyle ki bundan böyle Türkiye ekonomisi, ülkedeki kilit noktalardaki temsilcileri üzerinden, paranın merkezleri olan City of London ve Wall Street’in yani uluslararası finans kapitalin kontrolünde ve hizmetinde yürüyecektir. Zira bir zamanların ünlü politikacısı Kissinger’in dediği gibi, “parayı kontrol eden dünyayı kontrol eder !” (1)
Ülkenin demokrasi karnesi zayıflarla dolu
Kısaca, yeni ekonomi yönetiminden beklenenin gerçekleşebilmesi için ekonominin ciddi anlamda serbestleştirilirken, aynı zamanda en temel burjuva hukukunun kurallarına (hukukun üstünlüğü gibi) saygılı olunması ve uygulamalarda da şeffaflık gerekiyor.
Oysa ülkedeki mevcut durum bu kurallarla uyumlu değil. Öncelikle (siyasal hak ve özgürlüklerden başlarsak), Freedom House’nin bu yılki dünyada özgürlüklerin durumunu anlatan raporunda gösterildiği gibi, Türkiye toplam 100 puan üzerinden sadece 32 puana sahip olduğundan “özgür olmayan” bir ülke olarak nitelendiriliyor. Ülke politik haklar açısından 40 puan üzerinden sadece 16 puana ve sivil özgürlüklerde (ifade özgürlüğü ve yasalar önünde eşitlik ve basın özgürlüğü gibi) 60 puan üzerinden sadece 16 puana sahip. (2)
“Ekonomik Özgürlükler Endeksi”
Bu tablo ekonomik özgürlüklere ilişkin verilerle daha da kötüleşiyor. Öyle ki The Heritage Foundation tarafından hazırlanan “Ekonomik Özgürlükler Endeksi” ne göre Türkiye giderek “büyük ölçüde ekonomik özgürlüklere sahip olmayan” bir ülke konumuna düştü.
“Ekonomik özgürlüklere sahip olmayan” bir ülke!
Ekonomik Özgürlük Endeksi (3), 184 ülkedeki ekonomik özgürlükler ve politikaları kapsamlı bir biçimde analiz eden bir endeks. Endeks, ticaret, yatırım, mülkiyet hakları ve devlet müdahalelerini ve bunların ekonomik büyüme ve refah üzerindeki etkilerini değerlendiriyor. Çünkü ekonomik özgürlüklerin bireysel ve kurumsal sektörün ekonomik kararlarında çok etkili olduğuna inanılıyor. Ekonomik özgürlüklerin düşük düzeyde kaldığı ülkelerdeki siyasal iktidarların, özgürlükleri kısıtlayarak ya da kullanımını büyük ölçüde engelleyerek karar alıcıların özgürce ve etkin bir biçimde kararlar almalarını önledikleri varsayılıyor.
Bu bağlamda, son yıllarda uygulanan para-kredi, döviz ve vergi politikaları ile Türkiye çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Zira bu politikaların, kamu açıklarını fonlamak, cari açığı kapatmak ya da döviz kurunun aşırı yükselmesini önlemek için uygulandığı ileri sürülse de, bunlar yüksek enflasyon, dış borç stoklarının artması, gelir dağılımının daha da adaletsiz bir hal alması, derin yoksullaşma, yolsuzluklar ve döviz rezervlerinin erimesi gibi ciddi sorunlara neden oldu.
Bu endekste ülkelere 0 ila 100 puan arasında değerler veriliyor. Bu değerler için mülkiyet hakları, vergi yükü ve emeğin özgürce kullanımı gibi göstergelere bakılıyor. Baz alınan dört ana kategori her biri üçer anahtar gösterge olmak üzere hem niteliksel hem de niceliksel olarak ekonomik özgürlüklerin ölçülmesinde kullanılıyor (bunların ölçmedeki ağırlıkları eşit kabul ediliyor).
Dört ana kategori ve üç anahtar gösterge şunlardan oluşuyor:
(i) Hukukun üstünlüğü: Mülkiyet haklarına saygı, yargı bağımsızlığı, kamu yönetiminin tutarlılığı, (ii) kamu ekonomisinin büyüklüğü: Vergi yükü, kamu maliyesinin sağlıklılığı, kamu harcamalarının boyutu, (iii) devlet düzenlemelerinin etkinliği: Emeğin, paranın ve kurumların (şirketlerin) özgürce kullanımı, (iv) serbest piyasalar: Finansal özgürlük, ticaret özgürlüğü ve yatırım özgürlüğü.
Toplam 184 ülke arasında 80 ve üzerinde bir puana sahip olan ekonomilere “özgür ekonomiler” denilirken, (70-79,9) puan aralığındakiler “büyük ölçüde özgür ekonomiler”, (60-69,9) puan aralığında olanlar “makul düzeyde özgür ekonomiler”, (50-59,9) puan aralığında olanlar “büyük ölçüde özgür olmayan ekonomiler” ve (0-49,9) puan aralığında olanlarsa “özgür olamayan, ciddi baskı altındaki ekonomiler” olarak adlandırılıyor.
Türkiye’nin endeksteki yeri 104’üncü sıra
Türkiye 56,9 puan ile “büyük ölçüde özgür olmayan ekonomi” olarak kendisine ancak 104’üncü sırada yer bulabiliyor. Sıralamada Senegal, Namibya ve Gambia gibi ülkeler Türkiye’nin üzerinde bulunuyor. Ülkenin genel puanı dünya ortalamasının altında ve ülke Avrupa bölgesindeki 44 ülke arasında 41’nci sırada yer alıyor. (4)
Dahası, dünya ortalamasının 59,3 puan ve Avrupa ortalamasının 68,2 puan olduğu değerlendirmede Türkiye’nin ekonomik özgürlükler puanının 2018 yılından bu yana düştüğü görülüyor. Yani ülke demokrasiden uzaklaştıkça ekonomik özgürlükler de giderek azalıyor ve bu özgürlükler büyük ölçüde siyasal iktidarla hemhal olmuş dar bir sermaye kesiminin kullanımı ile sınırlı kalıyor.
Hukukun üstünlüğü
Raporun Türkiye’deki ekonomik özgürlükler konusunda da detaylı tespitleri söz konusu ancak bunların içinde bir başlık son derece çarpıcı: “Hukukun üstünlüğü”.
Rapora göre Türkiye’de hukukun üstünlüğünden genel olarak söz etmek çok zor. Öyle ki bu kategori altında yer alan “mülkiyet hakları” (40,8 puan), “adaletin sağlanmasında etkinlik” (24,2 puan) ve “kamu yönetiminin tutarlılığı” (37,1 puan) olmak üzere Türkiye’nin puanları dünya ortalamasının oldukça altında seyrediyor.
Sonuç olarak
Ülkenin bugün içine düştüğü ekonomik kriz, sadece “sermaye birikim yasası” ve “kâr oranlarının azalma eğilimi yasası” gibi kapitalizme özgü ekonomi politik yasaların işleyişinin bir sonucu değil, aynı zamanda ülkeyi yöneten siyasal iktidarların; benimsediği ideolojilerin, hangi sınıfları temsil ettiklerinin, siyasete, demokrasiye ve ekonomiye nasıl baktıklarının ve bu paralelde hayata geçirdikleri ekonomi politikalarının da bir sonucudur. Yani sorumlu sadece kapitalist sistem değil, aynı zamanda bu sistemin sürücüsü konumundaki siyasal iktidardır.
Uluslararası sermaye hareketlerine göbekten bağımlı ve sadece yüksek cari açıklarla ekonominin büyütülebildiği ve sermaye ve servet birikiminin sağlanabildiği bir ekonomide bu sermaye akımlarını düzenli kılabilmenin yolu, bu akımları yönlendirenlerin asgari koşulları olan başta (burjuva) hukukunun üstünlüğü, mülkiyet haklarına saygı gibi koşulların sağlanmasıdır.
Bunun için de asgari ölçüde de olsa bir burjuva demokrasisinin tesisi ve hukukun üstünlüğünün (yargı bağımsızlığı ve mülkiyet haklarına saygı başta gelmek üzere) sağlanması gerekiyor. Oysa Türkiye bunları büyük ölçüde dikkate almayan bir siyasal rejim altında yönetiliyor ve son seçimlerde parlamenter sisteme geri dönüş şansını kaçırmış bulunuyor.
Diğer taraftan neo liberalizmin kurallarına tam olarak uyulması karşılığında beklenen yabancı sermaye gelse de, bunun başta emekçilere olmak üzere halka ağır bir faturası olacaktır. Özellikle de yerel yönetimler seçimlerinin ardından, bir yandan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı ve yüksek işsizlik, yüksek emek sömürüsü ve derin yoksulluk, diğer yandan sosyal harcamalardaki kısıntılar ve ağır vergiler ve zamlarla halk kemerleri daha da sıkmak zorunda kalacaktır. Ayrıca, özelleştirilmemiş son kamusal varlıklarımızın içinde tutulduğu T. Varlık Fonu’ndaki varlıklar yeni borçlar karşısında ipotek edilecek ya da haraç mezat elden çıkartılacaktır.
Özcesi, siyasal iktidarın “demokrasi” gibi bir sorunu olmadığı artık apaçık ortadadır. Yani demokrasi iktidar blokunun tercihleri arasında değil. Bu çerçevede yabancı sermayeyi ülkeye çekerek, en azından bir süreliğine döviz krizini öteleyebilmek için “oyunu kurallarına göre oynamayı” seçebilir ya da tersini yapabilir.
Ancak her iki seçenek de ülkenin emekçi halklarına ciddi maliyetler getirecektir. Bu yüzden de sermayenin değil emekçilerin gerçek ihtiyaçlarını gözeten bir üçüncü seçeneğin, yani “krizden emekten yana bir çıkış stratejisinin” hayata geçirilmesi için mücadele etmemiz gerekiyor.
Dip notlar:
(1) https://www.globalresearch.ca/has-erdogan-fallen-into-deadly-trap (26 June 2023).
(2) https://freedomhouse.org/countries/freedom-world/scores (12 Haziran 2023).
(3) 2023 Index of Economic Freedom, https://www.heritage.org/index (5 Haziran 2023).
(4) https://www.heritage.org/index/country/turkey (5 Haziran 2023).
2 TEMMUZ 2023
Kaynak: ALTERNATİF AKADEMİ