ERGİN YILDIZOĞLU: ÖNCE YAVAŞ YAVAŞ SONRA BİRDENBİRE

443

“Nasıl iflas ettin? Önce yavaş yavaş sonra birdenbire.” (HemingwayGüneş de doğar).

Kriz, yavaş oluşur, toplumun bilincine çıktığında gerçekleşir. Krizin maddi süreçleriyle, verili gerçeklik içinde yerini bulmasına ilişkin aktardıklarım, Türkiye ekonomisinin/toplumunun durumuna uyan bir analoji sunuyor.

Türkiye ekonomisinin göstergeleri ülkenin bir süredir bir borç krizi içinde olduğunu düşündürüyor. Ancak henüz ayırdına varılamadığından, ya da kabullenmemek için türlü fantezilerle üzeri örtüldüğünden bu kriz, gerçekliğin içinde kendine henüz bir yer bulamıyor. Bu sürdürülebilir bir durum değildir.

KRİTİK EŞİK

Bir ülke borç krizine girdiğinde, bir süredir parası hızla değer kaybetmeye, MB rezervleri hızla erimeye başlamıştır. Enflasyon kontrolden çıkmıştır, dış ticaret açığı artmakta ülkenin döviz gelirleri hızla erimektedir. Ekonomi politikaları da artık inandırıcılığını yitirmiştir. Bu aşamada, söz konusu ülkenin borçlanma faizi ile ABD, Almanya gibi ülkelerin borçlanma faizleri arasındaki fark (spread) artarak 1000 baz puanın üzerine çıkmış, 10 yıllık CDS primi 900 baz puana ulaşmıştır.

Bir süredir yabancı sermaye gelişi de yavaşlamış ya da çoktan çıkış başlamıştır. Ülke yönetimi şimdi dış ve iç borçlarını çevirmekte giderek zorlanmakta, IMF gibi uluslararası kuruluşlar aracılığı ile bir yeniden yapılandırma isteyeceği, bu isteği kreditörler tarafından kabul edilmezse, temerrüde düşeceği, kısacası, Sri Lanka gibi örneklere benzer biçimde iflas edeceği noktaya hızla yaklaşmaktadır.

Bu sürecin bir diğer özelliği de ülkede hızlanan yoksullaşmanın, yönetenlerin halkın güvensizlik duygularını gidermedeki beceriksizliklerinin yarattığı, toplumsal olaylara gebe öfkedir.

Yönetenlerin, krizin bilinçlere çıkarak gerçekleşmesini, bir toplumsal olaya dönüşerek iktidarlarını, bu iktidarın beslediği “saadet zincirini” sorgulamasını engellemek için beklentileri yönetme, “işler aslında yolunda” izlenimi yaratma çabaları, krizin patlamadan önce daha da derinleşmesine yol açar; acilen dış kaynak bulma telaşıyla ülkenin egemenliğini zayıflatacak, hatta yeni jeopolitik riskler getirecek bağımlılıkları, maceraları, kabullenmelerini kolaylaştırır. Bu da kriz bilinçlere çıkarak “gerçekleştiğinde” halkın yönetici seçkinleri çok daha büyük bir öfke ve nefretle hedef almasını getirecektir.

Kısacası ülke kritik eşiğe geldiğinde, ülkeyi bu noktaya getirmiş anlayışın temsilcileri ve uygulayıcısı yönetici seçkinlerin, bu eşikten geri dönebilecek adımları zamanında atması hemen hemen olanaksızdır.

VE TÜRKİYE

Türkiye’nin siyasal İslamın rejimi altında, 2008 finansal krizinden sonra oluşan ortamın içinde, yavaş yavaş bu “kritik eşiğe” gelmesinin arkasında biri yapısal ikisi ise iktidarın özelliklerine bağlı üç etken var.

Yapısal olan ülkenin sermaye birikim sürecinin dış kaynak bağımlılığı ile ilgili. Bu kronik bağımlılık, ülkeyi, jeopolitik ve ekonomik dış şoklar karşısında biteviye kırılgan bir konumda tutuyor. İkinci etken siyasal İslam’ın egemen sınıfının varoluş koşullarıyla ilgili. Bu sınıfın kendini ve iktidarını yeniden üretebilmesi rant ekonomisine bağımlıdır. Bu asalak sınıf ülkede üretilen artık-değere ancak, ekonomi dışı ilişkilerle, siyasi, kültürel araçlarla ulaşabiliyor; rant ekonomisi sanayi ve ticari kâr hatta finansal getiri üzerinde aşırı bir yük oluşturuyor. Üçüncüsü de yönetici seçkinlerinin, onları destekleyen sınıfların, sürekli “dış güçler”, “üst akıl”, “algı yönetimi” paranoyasına yol açan ve “aslına herkes bizi kıskanıyor ve yükselmemizi engellemeye çalışıyor” gibi fantezileriyle gerçeklerden sürekli kaçmasını kolaylaştıran kültürel yapısıdır.

Türkiye de sanırım artık “iflasın”, “yavaş yavaş” aşamasının sonuna gelmiştir.

4 AĞUSTOS 2022 – CUMHURİYET