İBRAHİM Ö. KABOĞLU: ‘BEN YAPTIM OLDU DİYEMEZSİN’ (16. 08. 2018)

223

Bu sözler, Sayın Erdoğan’a ait; ABD Başkanı D. Trump’ı eleştirmek için… Hafta başında Büyükelçilere yaptığı konuşmada, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, bayram havasında şenlikler eşliğinde geçildiğini vurguladı.
önce D. Trump vakasına, Türkiye açısından da ders çıkarılacak iki yönü ile bakalım:
-Başkanlık ve tek adam: ABD karşısında değil, dünyaya karşı özellikle. çünkü ABD’de 50 devlet var… Unutmayalım ki, ABD’nin elli devleti, başkanı sınırlamakta; ama aynı başkan, ABD dışındaki en az 50 devleti ‘silkeleyebilmekte’. Bu da, -Trump gibilerini de işbaşına getirmeye açık- ABD başkanlık rejiminden kaynaklanmakta.
-Dinsel inançların politik karar alma süreçlerini etkilemesi: ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı; Rahip Brunson’un serbest bırakılmamasına gösterilen tepkiyi, Ankara’nın ‘evanjelizm’e bağlaması, vb. , dini politikaya alet etmenin göstergeleri. (Dini siyasete alet etmenin tehlikelerini bizden daha iyi bilen olabilir mi?)
“Bu ben yaptım
oldu” (yerlisi)

Bu vesile ile aklıma geldi: Uçakta, elimdeki metne bakarken; “Tanzimat’tan bu yana oluşan kurum ve kavramların tasfiyesi içimi acıtıyor” sözlerime karşılık, “bu, ben yaptım oldu, kervan yolda düzülür mantığı” biçiminde açıklama getiriyor, bakan yardımcılığına henüz atanmış bir meslektaş.
Aslında, bu görüşü paylaşan AK Partili sayısı az değil; ama derin bir sessizlik sürüyor; adeta Külliye ‘küllendirmiş’. AK Partili vekiller; Anayasa’ya aykırı olduğunu göre göre, ‘kanun teklifi’ ambalajlı Külliye paketlerine külliyen kol kaldırıyor.
Aslında, “ben yaptım oldu” mantık ve uygulaması yeni değil.
“Ne istediler de vermedik?” itirafı; 16 Nisan 2017 Anayasa halkoylaması; 24 Haziran 2018 çifte seçimi ve seri imalat atölyesi ürününe dönüştürülen Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK), aynı zamanda Anayasa-dışı ve meşruluk bakımından sorunlu.
Tanzimat’tan bu yana oluşan kurum-kural ve makamlar, aşamalı olarak ve OHAL fırsatçılığı ile vurulan son darbe ile tasfiye edilmedi mi?
“Bayram havasında” değil, dayatma ile…
Dolayısıyla, Büyükelçiler önünde kullanılan sözler, ‘resmi propaganda aracı’nın sürekliliğini ifade etse de, Türkiye gerçeği ile kesinlikle örtüşmüyor.
‘Büyük tasfiye’ sürecinde medya, baskı aracı olarak kullanıldı ve kullanılmaya devam ediliyor. Ne 16 Nisan’da oylanan Anayasa değişikliği için ne de 24 Haziran’da yapılan çifte seçim için anayasal kamuoyu oluştu; çünkü seçmenlerin anayasal ve siyasal bilgilenme hakkı, konumlarını gemi kaptanına benzeten kişilerce engellendi. Külliye dalkavukluğu için bilimsel bilgiyi çarpıtma misyonu üstlenen zevat, ‘ekran karartması’ ile meşgul oldu.
Hangi Serbest Pazar?
“Serbest piyasa ekonomisinden asla taviz vermeyiz” diyen CB Erdoğan, uzman ve özerk birimlerin kaldırıldığı, Merkez Bankası bağımsızlığına tahammül edilmediği bir ülkede serbest piyasa ekonomisinden söz edilemeyeceğini bilmiyor olabilir mi?
Kamu ihaleleri örneği. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK), ‘kamu ihale muafiyetleri’ ile dolu. Eğer bir birim ‘kamu’ kuruluşu ise, ‘kamu’ ihalesinden neden bağışık tutulur?
Aslında genel olarak, bir ‘kamu’ tasfiyesi söz konusu: Kamu ihaleleri, kamu hizmeti, kamusallık…
Hafıza kayıtları
Yapılan eleştiri ve öngörülen tahmin sahiplerini, “hafıza kayıtlarımı mı okuyorsun?” sözleri ile hedef gösteren Sn. Erdoğan, Türkiye’de siyasal liberalizmin de bulunmadığını teyit ediyor; bu kez fikirler düzleminde:
-Bu sözler, niyet okumalar yoluyla ‘darbeci imal’ etme operasyonlarını hatırlatmıyor değil;
– 24 saat içinde tamamen dönülen sözleri de: ‘Erken seçim istemi’ni ihanet olarak gören AK Parti kurmayları, 17 Nisan günü, seçimler Anayasa’nın öngördüğü üzere 3 Kasım 2019’da yapılacak diyen kişiye, “hayır, seçim 24 Haziran’da yapılacak” şekilde yanıt verenleri, çifte ihanet suçlamayacak mıydı?
Hangi adil yargı?
Andrew Brunson, neden ‘ev hapsi’ statüsüne geçirildi? Hukuken ikna edici gerekçe var mı? Deniz Yücel nasıl serbest bırakıldı? Fransız gazeteciler, diplomatik görüşmeler sonucu ülkelerine gönderilmedi mi? Hepsi, terörist işbirlikçisi ilan edilmemiş mi idi?
ABD’li de yakında özgürlüğüne kavuşursa şaşırmamak gerek.
Ama ya yurttaşlar? Bırakın adil yargılanmayı, mahkemeye erişme haklarından bile yoksun kılınan on binlerce KHK zedenin, aileleri ile birlikte geleceği ne olacak?
Sözün özü, “ben yaptım oldu” politikası, ABD açısından söz konusu ise, yabancı ülkelere – bize de, ama bütün ülkeye- zarar veriyor; yerli ise, sadece biz yurttaşlara.
Hukuk ve fiili
durum farkı

Eğer bürokrasi ordusu, Osmanlı-Cumhuriyet kazanımlarını tasfiye için seferber etme yerine, ‘mevzuatı ilerletme’ hizmetine yönlendirilse idi, hukukun gelişmesine katkı sağlanmış olmaz mı idi?
Unutmayalım: İçeride “ben yaptım oldu” yerine, “ülkemizde, kurumlar ve makamlar Anayasa ve hukuk çerçevesinde işler ve karar alır” diyebildiğimiz ölçüde, dışarıdan dayatılan “ben yaptım oldu” bittiler ile karşı karşıya gelmeyiz.
Türkiye’deki düzeni, “kapitalizm, neo-liberalizm” gibi kavramlarla açıklamaya çalışanlara, “hayır, bu bir rant ve yağma düzensizliği” şeklinde yanıt veriyorum. İktisadi liberalizm ve siyasal liberalizm çelişkisi burada da kendini gösteriyor:
-İktisadi liberalizm; sadece partizanların yararlandığı bir yağma (çevre ve ülke dahil) düzeni olarak anlaşılıyor.
-Siyasal liberalizm; sadece iktidara alkış tutanların rahatça konuşabildiği ve yazabildiği; muhaliflerin ise, niyetlerinin bile sorgulandığı bir ‘keyfi yönetim’e dönüşmüş bulunuyor.
TBMM’de 24 Temmuz günü yaptığım konuşmada yönetimin gücü üzerine; “Ama mutlaka karşılaştırmak gerekirse, bırakın Fransa’yı, Almanya veya ABD yönetimleri, hiçbiri bu denli güçlü değil… Ama keşke bu güç, fiili değil HUKUKİ olsa idi!”, demiştim.
Bugün yaşadıklarımız, bu sözlerin teyidi değil mi? Hukuk yerine fiili gücü tercih eden yönetimler, daha güçlüler ile mutlaka karşılaşır. Bu nedenle onlara tavsiyem, fiili güce güvenmemeleri ve hukuka mutlaka dönüş yapmaları.
16 AĞUSTOS 2018 – BİRGÜN