Karşımızda bölünmüş bir toplum var. Bir yarısı öbürüne kinli; karısını, kızını ganimet gibi görüyor. .
Erdoğan liderliğindeki AKP’de
temsil edilen siyasal İslamın
getirdiği noktada Türkiye, küreselleşme sonrası dünyanın ürettiği büyük türbülansların içine bu bölünmüşlükle giriyor. öyleyse, bu trajedinin içinde, sonuç ne olursa olsun “Hayır” diyenleri bu ülkenin halklarının geleceğini koruma görevi bekliyor.
Aşılamaz bir bölünme
Bu bölünmüşlüğün temelinde ekonomik, siyasi hatta etnik çelişkiler olsaydı
maddi
çıkarlar temelinde bir uzlaşma noktası bulmak, çelişkileri yönetmek mümkündü. Ne yazık ki siyasal İslamın 15 yılda ülkeyi getirdiği noktadaki bölünme,
kimlikler
arasındaki, uzlaştırılması, yönetilmesi son derecede zor hatta kısa dönemde olanaksız farklardan kaynaklanıyor.
Toplumda, özellikle Gezi olayından sonra belirginleşen bu bölünmenin fay hattı,
bireylerin öznelliklerinin merkezinden,
dayandıkları “anlam sistemleri-
hakikat rejimleri” arasındaki farklardan
geçiyor. Bu durum, ülkede artık tek paylaşılan bir realite, tek bir toplum olmadığını gösteriyor. örneğin “Evet” cephesi referanduma adeta bir
“cihat
savaşına”
gider gibi giderken, “Hayır” cephesi sandığa, adeta sıradan bir parlamenter cumhuriyette yaşıyormuş gibi gidiyordu. Her iki “toplumun” da kendi içlerinde sınıflara bölünmüş
çelişkili kümeler
olması da kısa ve orta dönemde pek bir anlam ifade etmiyor. Bu öznelliklerin oluşturduğu kimlikleri ayakta tutan fanteziler, bu sınıfsal/maddi çelişkileri örtüyor.
Bu bölünme nasıl aşılır, nasıl yönetilir sorusunun cevabı, “Haklar ve özgürlükler
anlamında laik bir demokrasi süreci
içinde” olabilirdi. Şimdi daha (belirsiz) bir süre AKP rejimi altında yaşayacağımız için, “Hayır” diyenleri, siyasal İslamın “ötekisi” durumunda olanları daha fazla gerginlik baskı, belki de terör bekliyor. özetle ülke ve toplum çok tehlikeli “vakitlere”, çok tehlikeli bir bölünmüş, kırılganlık içinde giriyor.
‘Uyanmaya çalıştığımız kâbus’
Ulysess’de Stephen,
“Tarih uyanmaya
çalıştığım bir kâbustur” diyordu. Bizim için de öyle. Dahası, AKP rejimi bu ülkenin özgün tarihinin
şeriat-cihat, küreselleşme de (neo-liberal emperyalizm) kapitalizmin tarihinin
faşizm
gibi çoktan gömüldüğünü sandığımız canavarlarını canlandırdı.
“Kâbus”
daha da ağırlaştı.
Küreselleşmenin parçalanmaya
dönüşmesi, hem ABD hegemonyasının düzen kurma gücünü kaybetmesinin bir
semptomu, hem de büyük güçler arası nüfuz alanları rekabetini, kendi çıkarını ifade eden bir düzeni gerektiğinde askeri araçlarla dayatma çabalarını güçlendirerek
parçalanmayı hızlandıran
bir gelişme. Bir alt düzeyde, karşımızda ABD ve Avrupa’da yükselen milliyetçilik ırkçılık, sağ popülizm çıkıyor. Tarih bize büyük güçler arası rekabet ile sağ popülizmin birbirini besleyerek ülkeleri
savaşlara
doğru
sürükleyen bir sarmal yaratabildiğini gösteriyor. Bu resme kronik ekonomik durgunluğun toplumsal etkileri ve savunma sanayiinin sermaye birikimi açısından önemi eklenince, çok patlayıcı bir karışım şekilleniyor.
Türkiye, bu patlayıcı karışıma fünye olabilecek bir (ABD-Batı ve Rusya rekabetinin basıncı altında hızla yoğunlaşan mezhep- etnik savaşları) bölgede bulunuyor. Bu noktada, en son Suriye’de kimyasal silahlar gerekçesi akla
Saddam‘ın Irak’ını,
Esad‘ın devrilmesi durumunda ortaya çıkacak kaos Libya’yı düşündürüyor. Kürtlerin farklı parçalardaki varlıklarını birleştirme çabaları, büyük güçlerden aldıkları destek, İran ve Türkiye’nin geleceğine ilişkin yeni soruları gündeme getiriyor.
Bu büyük belirsizliğin içinde, bu ülkenin halklarının yaşamlarını güvenceye alabilecek bir yol bulabilmek için de kendi tarihimizin kâbusundan, bölünmüşlüğü derinleştiren, iç savaşı kışkırtan canavarların pençesinden kurtularak bir an evvel uyanmak gerekiyor. Bu görev de “Hayır”cılara düşüyor!
17. 04. 2017 – CUMHURİYET