8 Haziran sabahı sadece Türkiye ahalisi rahat bir soluk almadı. Bizler ülkeyi kutuplaştıran, bölen, ahaliyi birbirine kırdırma hedefli iç söylemden bezmiştik. Kuvvetle muhtemel ki, Türkiye gibi Avrupa ve Ortadoğu’yu bağlayan köprü konumunda bir ülkeyle elbette kendi çıkarlarını gözeterek ekonomik ve siyasi işbirliğine önem atfedenlerin durumu farklı değil. Onlar da dış politikada teammülleri altüst eden, her meseleyi neye dayandığı meçhul komplolara bağlayan, sürekli efelenen, diplomatik nezaketten uzak bir retorikten mustaripti. Biz iki gündür Ankara’da bağırıp çağıran sesin kısılmasıyla şimdilik bile olsa
“huzura ermişsek”, onlar da derin bir
“ohh. . . “
çekmiştir.
Salt Türkiye’nin Batılı müttefiklerinde değil, İran gibi komşular ve Arap medyasına bir bakın, tezahürlerini görürsünüz. Her yerde sular seller gibi Türkiye analizleri. . . İktidar partisinin 13 yıldır ilk kez Meclis çoğunluğunu yitirecek bir darbe yemiş olduğunu”idrak edemeyip”
seçim sonuçlarını
“AKP zaferi”
diye yorumlamayı seçen
“İhvanist”Katar şeyhliğinin yayın organı El Cezire’yi hariç tutarsak elbette. . .
Türkiye’yi esir alan
“şahin”
retoriğin memleket ahalisinin ne menem çıkarına olduğu zaten malum. Kapatılan diplomatik temsilciliklerimizin sayısına bakmak kâfi. Elbette iş bu kadarla kalmayacak. Bu siyasi heyetin yüzüne gözüne bulaştırdığı dış politikanın detayları daha net ortaya serilecek. Ama daha seçimlerin
“dumanıtüterken”
ilk işaretin bizzat ABD Başkanı
Barack Obama‘dan gelmesini şahsen beklemiyordum. O da oldu. Obama, G7 zirvesi için bulunduğu Almanya’daki basın toplantısında radikal cihatçı IŞİD’le küresel mücadeleyi anlatırken lafı dolandırmadan Türkiye’ye getirdi. Şöyle dedi:
“Hâlâ binlerce yabancı savaşçının
önce Suriye’ye sonra çoğu zaman
Irak’a gittiğini görüyoruz. Bunların çoğu
önlenebilir, eğer daha iyi işbirliği, daha
iyi koordinasyon ve daha iyi bir istihbarat
paylaşımı yapabilirsek, eğer Türkiye-Suriye
sınırını daha etkili biçimde izleyebilirsek. “
Yetmedi,
“Türk yetkililerin sorunu bildiğini
ancak yeterli önlem almadığını”
da söyledi.
“İşbirliğini derinleştirmek arayışında
olduklarını”
da
“bu konu üzerinde daha
fazla zaman harcamak zorundayız”
vurgusuyla dile getirdi. IŞİD’in tecritinin yabancı savaşçı geçişinin durdurulmasına bağlı olduğunun altını çizmesi cabası. . .
Bu sözler, en başta aylardır diplomatların
“iki ülkenin derin ve etkili işbirliğini zatenyaptığı”
demeçlerinin birinci ağızdan yalanlanmasıdır. Nitekim dün Batılı ajanslara konuşan Amerikalı yetkililerin uzun süredir ilk kez Ankara ile Washington arasındaki“keskin farklılıkları”
vurgulaması manidar. özellikle Suriye konusundaki ayrımlar sıralanırken Ankara’nın
Esad’ı devirme arzusuyla ABD’yi askeri eyleme zorlaması ile mültecileriler gerekçesiyle tampon bölge kurulmasındaki ısrar sayılıyor.
ABD’nin eski Büyükelçisi
Frank
Ricciardone‘nin Hürriyet’ten
Tolga
Tanış‘ın dünkü yazısında yer verdiği seçim değerlendirmesi de dikkate şayan. Ricciardone’nin, bir yandan “Türkiye 90’lardan çok farklı. Koalisyon Türkiye’yi zayıflatmaz” sözlerini not etmeli. Diğer yandan da seçim sonuçlarının ardından
“Atatürk’ün
‘yurtta sulh cihanda sulh’
ilkelerine
döndüğünde Türk dış politikası için
bölgede prestij ve etkinliğini artırma şansı
doğduğunu”
açıkça vurgulaması manidar.
Memleketin denge ve kontrol sistemleri yeniden tesis edildiğinde, dış politikamızın da, parlamento ve kamuoyunda demokratik tartışma süzgeçlerinden geçirilerek şekillendirilmesinin yolu açılır. Böylece siyasal İslamcı masallar sallamak yerine, müttefiklerimiz ve komşularımızla daha soğukkanlı ve çıkarlarımızı gözeten bir ilişki kurabileceğimiz günleri de görebiliriz.
Biz yıllar var ki yazıp çiziyoruz da, Türkiye’ye yalnızlaştıran, yozlaştıran, kutuplaştıran, Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesinde büyük dahli olan, memleketin”terörle aynı cümlede anılmasına”
yol açan hayalperest, kindar zihniyet artık kabak gibi ortada. Bundan sonrası sarayın odalarında arpacı kumrusu gibi volta atmakta. . . Belki bir süre sonra bir yolculuk iyi gelir. . . 10. 06. 2015 – CUMHURİYET