KORKUT BORATAV: TUHAF BİR RAPOR (26. 12. 2014)

214

IMF, Aralık 2014 tarihli iki tuhaf belge yayımladı. Birisi, IMF Ana Sözleşmesi’nin IV. Maddesi uyarınca bu yıl ülkemizde yetkililerle yapılan görüşmelerin türevi olan Türkiye Raporu; diğeri ise bu raporla bağlantılı “Seçilmiş Konular” başlıklı bir belge… İkisini “Rapor” adı altında birlikte ele alıyorum.
Rapor, Türkiye ekonomisinin sorunlarını inceliyor. Büyük bölümüne katılıyorum. Bizim meşrebimizdeki iktisatçıların IMF ile hemfikir olması pek olağan değildir. Rapor biraz da bu yüzden tuhaf görünüyor.
Rapor’u okuyunca soruyorsunuz: “Sorunlar tamam; ama nedenler nerede?” Yanıt yoktur. Kısacası,
doğrular
ileönemli eksikliklerin
birlikte yer aldığı Rapor, bu nedenle de tuhaftır.
Nedenleri bilinmeyen sorunlar nasıl çözülür? En iyi olasılıkla sadece belirtileri geçiştirmeyi hedefleyen palyatif önlemlerle… Rapor’da önerilen politikalar da ya yanlıştır; ya da sığ,
“naif” kalmaktadır. Bu özellikler ise IMF için olağandır; tuhaf değil…
***

Rapor’un Türkiye ekonomisinin sorunları üzerindeki saptamalarını (ss. 5-27, “Seçilmiş Konular”, ss. 5-10) sıralayalım:
Türkiye ekonomisinin 2010-2013’teki büyümesi, dünya ortamının sağladığı bol sermaye girişi sayesinde mümkün olmuş; ancak kronik, artan dış açıklar içinde gerçekleşmiştir. Bugünkü politikalarla büyüme hızının bu tempoyla sürdürülmesi söz konusu değildir; 2014-2019 öngörüsü ortalama %3. 4’tür. Türkiye’ye sert biçimde yansıyan dışsal dalgalanmalara karşı, tasarruflar yukarı çekilememiş; artan dış dengesizlik önlenememiştir.

önümüzdeki uluslararası ortam belirsizdir. Türkiye’nin temel riski, sermaye akımlarının tersine dönmesidir. Sonuç, 2009’dan (yani %4,8’lik küçülmeden) daha sert olabilir. Ek riskler de vardır: AB’deki durgunluk, jeopolitik sorunlar ve (seçim ortamının da katkısıyla) yanlış politikalar…
Devlet iç borçlarının döndürülmesinde sorun yoktur. Sermaye yeterlilik oranları iyi olan banka sektörü ise, hızla artan dış borçlanmaları nedeniyle endişe uyandırmaktadır. Bankaların finansal olmayan şirketlere açtıkları döviz kredileri, kendilerini de dolaylı kur riskleriyle karşı karşıya bırakmaktadır. İnşaat sektörünün dövizle borçlanmasındaki tırmanma dikkat çekicidir. Konut satışları ve kiralar dövizle belirlense bile gelirler TL ile oldukça kur riskleri söz konusudur. özel sektörün dış borçlarının artmasında, dövizli ve TL’li krediler arasındaki maliyet makasının açıklığı etkili olmuştur.
***

Buradaki “sorunlar listesi” elbette eksiktir. örneğin (bekleneceği gibi) bölüşüm IMF raporunun ilgi alanı dışında tutulmuş. Siyasi iktidardan kaynaklanan yolsuzluk (vurgun, avanta, rant yaratma) furyalarının hem kaynak tahsisi hem de servet dağılımı üzerindeki etkileri de göz ardı edilmiş. IMF için önem taşıyan enflasyon sorunlarını da buraya almadım.
Yine de sıraladığım ekonomik sorunlar, Türkiye’nin solcu ve sağduyulu iktisatçıları tarafından çeşitli ortamlarda, yayınlarda sık sık vurgulanmış; tartışılmıştır.
Yalnız, arada önemli, niteliksel bir fark var: IMF Raporu’nda bu sorunlara yol açan nedenleri arayınız; dişe dokunur hiçbir şey bulamayacaksınız. Genellikle övülen iktisat politikalarının ufak-tefek hataları; örneğin TCMB politika faizinin düşüklüğü (“reel olarak negatif olması”) eleştirilmektedir; o kadar…
Bu boşluk nasıl açıklanabilir? Yanıt ortadadır: Sıralanan sorunların kökeninde tamamen veya kısmen IMF politikaları ve neo-liberal reçeteler yatmaktadır. Ayrıntılı bir çözümleme için yerim yok; ama, kısa değinmelerle yetineceğim.
Neo-liberal modelin ve IMF reçetelerinin üç kritik öğesini hatırlatalım:
Sermaye hareketleri ile dış ticaretin sınırsız serbestliği ve enflasyon hedeflemesi…
Bu sacayak, IMF Raporu’ndaki sorunlara katkı yapmış mıdır?
Türkiye’nin tasarruf oranının on beş yılda yarı yarıya düşmesine; dolayısıyla artan
dış açığa serbest sermaye hareketlerindeki astronomik artışın katkısı
nasıl göz ardı edilebilir?
Güya
dış kaynak girişleri
ulusal ekonomilerin sermaye birikimini yukarı çekecekti. Tam aksine, düşük yatırım oranlarını olduğu gibi korumuş; dolayısıyla büyüme sürecinin istikrarsızlaşmasına; durgunlaşmasına katkı yapmış değil midir?
Keza, ekonominin en acil riski olarak gösterilen
yabancı sermaye akımlarının tersine dönmesi, bol kepçe sermaye girişlerinin doğal uzantısı
değil midir? Finansal ortamın coşku konjonktürlerinde
dış kaynak bolluğunun yarattığı yapısal bağımlılık
nasıl göz ardı edilir?
Kronik ve artan cari açıkların en önemli öğesi olan
ithalat faturasının astronomik artışına katkı yapan iki etkenden biri AB ile Gümrük Birliği, diğeri ise aktif, korumacı bir döviz kuru politikasının yokluğudur. Birinci öğe
serbest dış ticaret doktrininin, ikincisi ise (salt fiyat istikrarı saplantısının tutsağı olan)
enflasyon hedeflemesinin sonuçlarıdır.
Rapor,
özel sektör dış borçlarının artışının nedeni
olarak döviz kredilerinin TL ile borçlanmadan daha maliyetsiz olmasını gösteriyor. Niçin böyledir? Dış dünyanın olağan koşullarında, yabancı
sermaye girişlerinin (“ucuz dövizin”) ve enflasyon hedeflemesinin (“dalgalı döviz kurunun”) kaçınılmaz sonucu
budur da ondan…
Sorunları sıralayıp nedenleri ört-bas eden IMF Raporu’nun “tuhaflığı” ortada değil mi?
***

Peki, politika seçenekleri? Yukarıda değindim: Nedenlere inilmedikçe sadece belirtileri geçiştirmeyi hedefleyen palyatif önlemlerin ötesine gidilemez. öyle olmuştur. İki örnek vereyim:
Rapor’a göre cari açığı azaltmak temel politika önceliğidir. Bu da “yatırımları değiştirmeden ulusal
tasarrufları artırma”
ile gerçekleşmelidir. Bir kere bu formül, sermaye birikim oranını ve büyüme potansiyelini yukarı çeken dinamik bir seçeneği gündem-dışı tutmuş oluyor. Daha da önemlisi, toplam tasarrufların bu çerçevede yukarı çekilmesi, toplam tüketimin, dolayısıyla iç talebin düşmesi anlamına geleceği için, kısa dönemde ekonominin (milli gelirin) küçülmesi ile sonuçlanacaktır.
Rapor’un kullandığı model, bu açık-seçik sonucu kabul etmek zorunda kalıyor ve tartışmalı varsayımlar kullanarak, dolaylı etkilerin zaman içinde bu durumu kısmen telafi edebileceğini ileri sürüyor. Ancak, en iyi olasılıkla net sonuç, “ılımlı negatif büyüme”
(basit Türkçe ile “ılımlı küçülme”) olacaktır. (“Seçilmiş Konular”, s. 4)
Kısacası, Türkiye ekonomisinin temel sorunu olarak görülen cari açığın çözüm yolu küçülmek; olsa olsa biraz daha durgunlaşmaktır.
İkinci bir örnek, orta dönemle ilgilidir. Burada, neo-liberalizmin her derde deva “yapısal uyum” formülü karşımıza çıkıyor. Rapor, Onuncu Kalkınma Planı’nın sonuna bir “torba kanun” alışkanlığı içinde yığılmış olan “öncelikli dönüşüm programları”na değiniyor; ancak, bu listeyi pek ciddiye almamış olsa gerek, “önemli olan öncelikler ve uygulamadır
uyarısını yapıyor. (s. 24)
Hangi öncelikler? Türkiye emekçilerinin kâbusu “işgücü piyasalarının esnekleşmesi mi?” Soma, Ermenek madencileri ile ilgili gözlemler, “esnekleşmenin üst sınırına gelinmiştir” teşhisine yol açmış olsa gerek. Dolayısıyla Rapor’da “yapısal reform öncelikleri, özel sektör tasarruflarını artırmak ve enerji bağımlılığını azaltmak”

ile sınırlı tutuluyor. (s. 27)
Bu öncelikleri hükümet çevreleri nasıl yorumlar? “özel tasarrufları artırmak”, IMF’ye göre “negatif büyüme” olduğuna göre? “Enerji bağımlılığını azaltmak” için de Soma’da, Ermenek’te kapatılan maden ocaklarını yeniden açmak akla gelebilir.
26. 12. 2014 – sendika.org