ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU: SENDİKALARA GÜVENSİZLİĞİN KÖKENLERİ VE MEMUR-SEN ÖRNEĞİ (05. 12. 2014)

256

Memur-Sen, hükümetin önerdiğinden bile geri hakları içeren bir toplusözleşme imzalayarak kamu emekçilerini maddi zarara uğrattı.
Bunun ardından Memur-Sen’e bağlı Eğitim-Bir-Sen, eğitim şûrasına karma eğitimin kaldırılması ve okul öncesi çocuklara din eğitimi verilmesini içeren eğitimde gericileşmeyi daha da ilerletecek önerilerle gitti. Sendika adıyla faaliyet gösteren ve sendikaların sahip olduğu yetkileri kullanan örgütlerin, üyelerini işçi sınıfını ve hatta toplumun tümünü olumsuz yönde etkileyecek faaliyetlerde bulunması sadece Memur-Sen’e ve ona bağlı sendikalara özgü bir durum değildir. Sendikaların işçi sınıfının ve toplumun güvenini kaybetmesine neden olacak bir anlayış içinde olmasının tarihsel arka planı vardır. Sendikaların Memur-Sen gibi sendikacılıkla hiçbir biçimde bağdaşmayan icraatlarını anlayabilmek için sendikaların gerçek işlevlerini de hatırlatarak bu tarihsel arka plana kısaca bakmak gerekecektir.
Sendikalar, kapitalist üretim sisteminin sömürüsüne karşı işçi sınıfının hak ve çıkarlarını korumak, geliştirmek için tarih sahnesine çıkmış ve özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında tarihin gidişatına yön vermiş örgütlerdir. 19. yüzyılın sonlarında toplu pazarlık hakkının elde edilmesinin ardından sendikalar, kapitalizme karşı sınıfın hak ve çıkarlarının savunucusu olmaktan çıkıp sadece toplusözleşmelerde temsil ettikleri üyelerinin hak ve çıkarlarını savunan örgütler haline dönüşmüşlerdir. Bu dönüşümle birlikte sendikalar hızla bürokratikleşmeye ve işçi sınıfından uzaklaşmaya başlamıştır. Sınıftan uzaklaşan ve sadece üyelerinin ekonomik hak ve çıkarlarının temsilcisi haline gelen sendikalar, kolayca sermayenin ve devletin etkisi altında kalmaya ve adeta mücadele etmeleri gereken sistemin ideolojik aygıtları haline gelmeye başlamıştır.
1949’da çatısı altına topladığı kapitalist ülke sendikalarını sosyalizme karşı mücadele örgütlerine dönüştürmek için kurulan Dünya Hür Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU) sistemin ideolojik aracı haline dönüşmüş sendikacılığın en çarpıcı örneğidir. 1952 yılında Türk-İş kurulurken de beklenti ICFTU gibi “soğuk savaş” sendikacılığını Türkiye’de yaşama geçirmesidir ki Türk-İş’in bu beklentiyi boşa çıkarttığı söylenemez. Soğuk savaşın sona ermesi ve küresel rekabetle öne çıktığı1980’li yıllarla birlikte soğuk savaş sendikacılığı yerini ucuz emek politikalarını meşrulaştırmayı amaçlayan uzlaşmacı/sosyal diyalogcu sendika anlayışına bırakmıştır. Başta ICFTU (2006’da ITUC adını almıştır) ve ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) olmak üzere uluslararası sendikal örgütlerin yönlendirilmesiyle Türkiye’de de sendikalar 1990’lı yıllardan itibaren bu sendikal anlayışı benimsemiştir. 2000’li yıllarda AB üyelik sürecine uyum çerçevesinde uzlaşmacı/sosyal diyalogcu sendika anlayışı daha da gelişmiştir. 2000’li yılların başından bu yana emekçilerin haklarını, çalışma standartlarını gerileten düzenlemeler, uygulamalar karşısında sendikalar, bu uzlaşmacı/sosyal diyalogcu anlayışın sonucu olarak mücadeleyi yükseltememiş ve hatta birçok zaman bu düzenleme ve uygulamaların bir parçası haline gelmiştir.
Uzlaşmacı/sosyal diyalogcu sendika anlayışı diğer tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de sendikalara duyulan güveni yerle bir etmiştir. 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin uyguladığı ekonomik programda emekçi düşmanlığı öylesine yüksektir ki uzlaşmacı/sosyal diyalogcu anlayışa sahip sendikaların dahi bu politikalarla uzlaşması zordur. Bu nedenle AKP, iktidara gelir gelmez, emekçiler için kabul edilemez düzenlemeleri ve uygulamaları meşrulaştırması için kendi sendikalarını oluşturmuştur. Memur-Sen, bu sendikaların başında gelmektedir. AKP’nin 12 yıllık iktidarı döneminde üye sayısını yüzde 1714 gibi dünyada eşi benzeri olmayacak bir orana yükselten Memur-Sen, kamu emekçilerine toplusözleşme hakkının tanınmasının ardından yetkili sendika olarak tüm kamu emekçileri adına sözleşme yetkisine sahip olmuştur. Böylece AKP, kamuda gerçekleştirmeyi planladığı ve gerek kamu emekçileri gerekse kamu hizmeti alan toplumun haklarını geriye götüren uygulamaların aracı olarak Memur-Sen’i kullanmaya başlamıştır. 2013 yılında yapılan ve emekçileri maddi olarak zarara uğratan toplusözleşme bunun sadece başlangıcıdır. Bunun ardından kamuda çalışma düzenini tamamen esnekleştirecek ve iş güvencesini ortadan kaldıracak düzenlemelerin yine Memur-Sen aracılığıyla gündeme getirilmesi sürpriz olmayacaktır. Eğitimin daha da gericileşmesine neden olacak önerilerde olduğu gibi kamu hizmetlerinin AKP’nin dünya görüşü doğrultusunda yeniden yapılandırılması konusunda da yine Memur-Sen’in kullanılacağı anlaşılmaktadır.
Emekçiler yerine AKP’nin hak ve çıkarları için faaliyet yürütmeyi kendisine ilke edinmiş olan Memur-Sen’in en geri sendika tanımıyla bile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ancak Memur-Sen gibi sendikaların ortaya çıkması ve siyasi iktidarın desteğiyle de olsa böylesine büyümesinin zemini sendikaların sınıftan uzaklaşarak, emekçilerin güvenini kaybetmesinin sonucu olduğu da unutulmamalıdır.
Sözün özü: Emekçi düşmanı politikaların aracı olan sendikaları emekçilerin sırtından söküp atılmanın yegane yolu, uzlaşma/sosyal diyalog adı altında sistemin pisliklerini meşrulaştırmaya son vermeleri; bürokratik yapılanmaları kırıp, emekçilerin güvenini kazanmaları yani kısacası yeniden sınıfsal bir perspektife mücadeleye koyulmalarıyla mümkün olacaktır.
05. 12. 2014 – EVRENSEL